Peygamberimiz döneminde ehli kitapla ve müşriklerle imzalanan anlaşmalar toplumda adaleti sağlamıştır
Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra, çok farklı insan topluluklarıyla karşılaşmıştır. O dönemde, Medine’de büyük bir etkinliğe sahip olan Yahudiler, Hıristiyan toplulukları ve o güne kadar İslam’a girmemiş, eski dini anlayışlarını sürdüren müşrikler birarada yaşamaktaydı. Hz. Muhammed böyle bir ortamda, toplumsal birliği ve barışı sağlamak amacıyla Medine’deki kozmopolit yapıyı çeşitli sosyal sözleşmelerle kaynaştırmış, yüzden fazla topluluk ile bazen mektupla bazen de bizzat kendisi konuşarak çeşitli anlaşmalar yapmış, onlarla uzlaşmaya varmıştır. 1 Araştırmacı T.V. Arnold Peygamberimiz’in kurduğu bu toplumsal birliğin önemini şu şekilde ifade etmektedir.
“Önceleri tek bir emire kesinlikle itaat etmemiş olan o Arabistan, birdenbire siyasi bir birlik haline geliverdi ve o mutlak amire kendisini teslim etti. Yüz kadar küçük sosyal gruptan meydana gelmiş olan ve sürekli olarak birbirleriyle karşılıklı düşmanlıklarda bulunan küçük-büyük nice kabilelerden Hz. Muhammed bir birlik meydana getirdi.” 2
Kuran’da pek çok ayetle de bildirildiği gibi diğer dinlerden insanlarla hoşgörü içinde yaşamak, İslam ahlakının öngördüğü bir ahlaktır. Ayette bir Müslümanın her kutsal kitaba inanması ve onların inançlarına saygı duyması şu şekilde emredilmektedir:
…De ki: “Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle aranızda ‘deliller getirerek tartışma (ya, huccete gerek)’ yoktur. Allah bizi bir araya getirip-toplayacaktır. Dönüş O’nadır.” (Şura Suresi, 15)
Yukarıdaki ayette bir Müslümanın diğer dinlerden insanlarla ilişkisinin nasıl olması gerektiği tarif edilmektedir. Müslümanlar da, peygamber ahlakını kendilerine örnek alarak tüm insanlara karşı aynı adaletli ve hoşgörülü tavrı göstermekle sorumludurlar. Bu kişi Yahudi, Hıristiyan, müşrik, Budist ve hatta ateist olabilir. Neye ve kime inanırsa inansın, ya da hiçbir inancı olmasın Allah’ın emrettiği bu adil ve dürüst tavırlar kaçınılmaz olarak herbirinin üzerinde çok olumlu etki uyandıracak, kalbinin İslam’a ısınmasına vesile olacaktır.
Peygamberimiz’in Medine’ye gelip, kardeşliği ve hoşgörüyü pekiştirmesi farklı ırklara, dinlere ve dillere sahip gruplara ait insanların birarada huzur içerisinde yaşayabileceğini de ispatlamıştır. Onun barış ve hoşgörü davetçisi olduğunun en büyük delillerinden birisi kendisinin yazdırdığı ilk metnin bir barış sözleşmesi olmasıdır.3 Hz. Muhammed, Mekke’yi fethettikten sonra da, daha önce Müslümanlara işkence eden müşrikleri dahi serbest bırakmış, onlara büyük bir hoşgörü göstermiştir. Hz. Muhammed’in gösterdiği bu üstün ahlak, daha önce Arap toplumunda benzerine hiç rastlanmamış bir durumdu ve insanlar arasında takdirle karşılanmaktaydı.
O dönemde fethedilen yabancı ülkelerde de gerçek adaletin uygulanması konusunda Hz. Muhammed tüm Müslümanlara örnek olmuştur. Peygamberimiz ele geçirilen ülkelerin yerli halklarına karşı Kuran’da bildirilen adaleti uygulamış, onlarla her iki tarafın da memnun kalacağı ve en ufak bir mağduriyet dahi yaşamayacağı anlaşmalar yapmıştır. Bu nedenle hangi dine veya ırka mensup olursa olsun, fethedilen ülkelerin halkı İslam’ın getirdiği adaletten her zaman hoşnut kalmıştır. Hz. Muhammed ve yanındaki sahabeler, “hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti uygulayan” bir ümmet olmuşlardır.
Arap Yarımadası’nın Güney kısmındaki Hıristiyan Necran Halkı ile yapılan sözleşme de peygamberimizin hoşgörü ve adaletinin en güzel örneklerinden birini göstermektedir. Yapılan sözleşmenin maddelerinden biri şu şekildedir:
“Necranlıların ve maiyetindekilerin canları, malları, dinleri varları ve yokları, aileleri, kiliseleri ve sahip olduları herşey Allah’ın ve Allah’ın, Peygamberinin güvencesi (himayesi) altına alınacaktır.” 4
Peygamberimiz bu ve benzeri anlaşmalarla, adalet ve hoşgörünün toplum içinde tecelli etmesine ve Kitap Ehli’nin de Müslümanlarla birlikte huzur ve barış dolu bir yaşam sürdürmesine vesile olmuştur. Yukarıda verilen örnekler Peygamberimizin adaletli uygulamalarından sadece birkaçıdır. Fakat bu anlaşmalardan en önemlisi, Peygamberimizin Hıristiyan, Yahudi ve müşrik topluluklarla imzaladığı Medine Vesikası’dır. Bu sözleşme günümüzde de sıkça yazılara konu olmakta, üzerine geniş çaplı araştırmalar yapılmaktadır.
Medine Vesikası bundan yaklaşık 1400 yıl önce, 622 yılında, farklı inançlara sahip olan halkların taleplerine cevap vermek üzere, Hz. Muhammed’in önderliğinde kaleme alındı ve yazılı bir hukuki sözleşme olarak hayata geçti. Bunun sonucunda da 120 yıl boyunca birbirine karşı düşmanca duygular besleyen farklı din ve ırklara sahip topluluklar bu anlaşma içinde yer aldılar. Hz. Muhammed bu sözleşme yoluyla her fırsatta birbirlerine saldıran, düşmanca duygular besleyen ve uzlaşamayan toplulukların arasındaki çatışmaların son bulabileceğini, onların anlaşarak birarada yaşayabileceklerini gösterdi.
Medine sözleşmesine göre herkes, hiçbir baskı olmadan istediği dini, inancı, siyasi ya da felsefi seçimi yapmakta özgürdür. Kendi görüşlerine sahip insanlarla bir topluluk oluşturabilir. Kendi hukukunu uygulamakta özgürdür. Ancak suç işleyen kimse hiçkimse tarafından korunmayacaktır. Sözleşmeye taraf olan gruplar birbirleriyle yardımlaşacak, birbirlerine destek olacaklardır ve hepsi Peygamberimiz Hz. Muhammed’in himayesi altındadırlar. Karşılıklı taraflar arasındaki anlaşmazlıklar Allah’ın Resulü’ne götürülecektir.
Peygamberimizin hazırlattığı bu sözleşme kademeli bir biçimde 622 yılından 632’ye kadar uygulanmıştır. Bu vesika ile kan ve akrabalık bağlarına dayalı kabile tarzı yapılanma aşılmış, coğrafi, kültürel ve etnik kökeni tamamen birbirinden farklı insanlar biraraya gelerek, bir birlik oluşturmuşlardır. Medine Vesikası’nda çok geniş bir din ve inanç özgürlüğü sağlanmıştır. Bu özgürlüğü ifade eden madde şu şekildedir:
“Ben-i Avf Yahudileri, müminlerle beraber aynı ümmettirler, Yahudilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir.” 5
Bu sözleşmeyle Hıristiyan, Yahudi, Sabii ve Mecusilere de bu üyelik hakkı tanınmıştı. Onaltıncı maddede ise “Bize tabi olan Yahudiler, hiçbir haksızlığa uğramaksızın ve düşmanlarıyla da yardımlaşmaksızın, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır.”6 denmektedir. Peygamber Efendimizin bu anlayışına sadık kalan sahabeler de ondan sonraki dönemlerde Berberi, Budist, Brahman ve benzerlerine bu hakkı tanımakta herhangi bir sakınca görmemişlerdir.7 Bu dönem içinde anlaşmazlıklar kolaylıkla çözülmüş, herkes birbirinin inancına saygılı olmuş, barış ve adalet çok uzun bir dönem boyunca devam etmiştir.
Peygamberimiz kitap ehli ile olduğu gibi müşriklerle de toplumsal düzeni sağlamak için bazı anlaşmalar yapmıştır. Müşriklere her zaman için adaletle davranılmış, onların korunma ve himaye talepleri Peygamberimiz tarafından kabul edilmiştir.
Bu himaye talebi herhangi bir haksızlığa veya saldırıya uğrama ihtimaline karşı Peygamberin korumasını talep etmek, onun yanına sığınmak anlamını taşıyordu. Hayatı boyunca Peygamberimiz’den pek çok gayrimüslim ve müşrik himaye talebinde bulunmuş, o da bu kişileri himayesi altına alarak, güvenliklerini sağlamıştır.
————————————————————
1 Hamidullah, Muhammed, İslam Müesseselerine Giriş, Çev. 1. S. Sırma, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1981, s. 330; Yrd. Doç. Dr. Orhan Atalay, Doğu-Batı Kaynaklarında Birlikte Yaşama, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 87
2 Arnold, T. V, İntişar-ı İslam Tarihi, Çev. Halil Hamit, Ankara, 1971, s. 68-69
3 İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, Es-Siretü’n-Nebeviyye, Daru’t-Türasi’l-Arabiyle, Beyrut, 1396/1971, II/141-150; Yrd. Doç. Dr. Orhan Atalay, Doğu-Batı Kaynaklarında Birlikte Yaşama, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 149
4 Majid Khoduri, İslam’da Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul, 1998, s. 209-210
5 Muhammed Hamidulllah, İslam Müesseselerine Giriş, Düşünce Yayınları,İstanbul, 1981, s.128
6 İbn Kesir, El-Bidaye, III/224-225; Hamidullah, El-Vesaik, No:1, s.39-44; Doğu-Batı Kaynaklarında Birlikte Yaşama, Orhan Atalay, s.40
7 Muhammed Hamidulllah, İslam Müesseselerine Giriş, Düşünce Yayınları, 1981, s.162-163