Terörün çözümü: Kuran ahlakı

0
141

Terör örgütleri şiddeti, kaba kuvveti, savaş ve çatışmayı adeta kutsal kavramlar gibi görürler. Kuran ahlakını yaşayanlar ise hayatlarında barışı, sevgiyi ve hoşgörüyü temel alırlar. Çünkü Allah, müminlerden güzel ahlaklı olmalarını istemektedir. Her Müslüman, kendisine kötülük yapıldığında dahi iyilikle karşılık vermekle yükümlüdür.

Terörizm, 20. yüzyılda toplumlara zulüm, acı, gözyaşı getirmiştir ve 21. yüzyılda da etkilerini artırarak sürdürmektedir. Dünyanın pek çok yerinde, terör eylemlerine karşı alınan adli tedbirler etkili olmamakta, güçlü devletler dahi terörü etkisiz hale getirememektedirler.

Bunun sebebi, kullanılan yöntemin yanlış olmasıdır. Din ahlakından tamamen uzak yetiştirilmiş, kendisini ve diğer insanları “biraz gelişmiş hayvan türleri” gibi gören, aşırı sorumsuz, başıboş ve saldırgan insanları dizginlemek, onlara hakim olmak, onları zaptetmek imkansızdır. Günümüzde hala birçok ülkede devam eden bu saldırganlığı ve zulmü engellemenin tek yolu, insanlara İslam dininin getirdiği güzel ahlakın aşılanmasıdır.

Terörizm barışın, dostluğun, kardeşliğin, uzlaşmanın ve hoşgörünün karşısında olan karanlık fikir ve ideolojilerin bir uygulamasıdır. İslam dininin özünü ise, bu güzel ahlak özellikleri oluşturur. Dolayısıyla terörizm, İslam diniyle tam anlamıyla çelişen bir yöntemdir.

Terör, komünizm, faşizm, ırkçılık gibi ideolojilerin sıklıkla başvurduğu bir vahşet yöntemidir. Bozgunculuğu öngörür ve şiddet yolu ile mevcut düzeni yıkarak, yerine kendi ideolojisi doğrultusunda yeni bir yönetim tesis etmeyi amaçlar. Terörün en belirgin özelliği, şiddete olan eğilimidir. Terör örgütleri şiddeti, kaba kuvveti, savaş ve çatışmayı adeta kutsal kavramlar gibi görürler.

Kuran’a uygun bir hayat yaşayan insan için ise bu asla mümkün değildir. Allah, müminlerden güzel ahlaklı olmalarını istemektedir. Kuran’da bu ahlakın nasıl olacağı da tarif edilmektedir. Örneğin Müslüman, kendisine kötülük yapıldığında dahi iyilikle karşılık vermekle yükümlüdür. Bu konudaki ayetlerden birinde Allah şöyle buyurur:

“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.” (Fussilet Suresi, 34)

Yukarıdaki ayette belirtildiği şekilde hareket eden bir insanın terörizmin mantık ve yöntemlerine sempati duyması, bu kanlı ideolojiye en ufak bir eğilim göstermesi elbette ki söz konusu olamaz.

Bu duygusal şiddet, Kuran’ın emirlerine tamamen aykırıdır. Kuran’da Müslümanlar öfkelendikleri zaman bunu yenen, akılcı, itidalli ve ılımlı insanlar olarak tarif edilmektedir. Karşılaştıkları hiçbir olay, hiddetlenmelerini ve saldırganlaşmalarını gerektirmez:

“Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.” (Al-i İmran Suresi, 134)

Terörizmi yönlendiren bir diğer özellik de, kitle ruhudur. Dünyanın pek çok ülkesinde, terör grupları içinde yer alan birçok akılsız ve cahil insan, neyi niçin yaptığını dahi bilmeden, kalabalığın ve ateşli sloganların etkisiyle duygusal bir histeriye kapılır, sürü psikolojisi içinde gerçekte kendi iradesiyle yapmayacağı kitle suçlarına karışır. Bir yabancıya sebepsiz yere saldırabilir, bir işyerini yağmalayabilir, topluca insanları katledebilir, hatta kendisini bile ölüme atmaktan çekinmeyebilir… Terör eylemlerine katılanların çoğu, irade ve vicdanları zayıf olduğu için, kitle psikolojisi içinde çözülmüş, “sürü” haline gelmişlerdir.

Terörizm, tabiatı itibarıyla, din ahlakının getirdiği sevgi, şefkat, merhamet, tevazu, yardımlaşma, kanaatkarlık gibi ahlaki erdemlere tamamen zıt bir yapı meydana getirmektedir. İlahi dinler tarafından lanetlenmiş olan “zalimlik” kavramı, terörizmin mayasında vardır ve bu zalimlik terör grupları tarafından sistemli olarak övülmekte, meşru gösterilmekte ve özendirilmektedir.

Gerçek şu ki, tüm dünyada yaşanan iç karışıklıklardan, şiddeti gün geçtikçe artan kanlı terör eylemlerinden insanlık olarak kurtulmak gerekmektedir.

“Terör” kavramının, günlük lisanda kullanılan anlamından daha geniş bir kapsamı vardır.

Günümüzde, Türkçedeki terör kavramı, genellikle radikal ideolojik gruplar tarafından yürütülen silahlı mücadeleyi ifade etmektedir. Oysa terör kavramı, çok genel bir yaklaşımla, uzun süreli korku ve dehşet durumunu ifade etmede kullanılır. Ve terör, yoğun ve sistematik bir korkuyu ve bu korkuya neden olabilecek her türlü şiddet eylemini içerir. Ancak her durumda terörün yöneldiği hedef, dolaylı ya da doğrudan halkın kendisi olmaktadır.

Terör örgütleri, savundukları ideolojiye bağlı olarak, haksızlık ve zulüm yaptığını düşündükleri yönetimi ve yöneticileri bertaraf etmeyi, böylece daha mutlu ve adaletli bir hayat tarzını yerleşik kılmayı amaç edindiklerini ileri sürmektedirler. Oysa bu hiç de gerçekçi bir yaklaşım değildir. Allah, Bakara Suresi’nin ilk ayetlerinde, bu tür bir anlayışa sahip olanlar için şöyle buyurmaktadır:

“Kendilerine: “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde: “Biz sadece ıslah edicileriz” derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler.” (Bakara Suresi, 11-12)

Terörün başvurduğu temel yöntemler, gelişen ve değişen dünya koşulları ile birlikte, farklılık göstermektedir. Özellikle gelişen teknolojiye bağlı olarak elde ettiği yeni imkan ve kabiliyetleri ile etkisini ve gücünü her geçen gün artırmaktadır.

Teröre başvuran gruplar, eylem taktikleri ve yürüttükleri gizli faaliyetin bir gereği olarak, hedef seçimi ve eylem zamanı konusundaki inisiyatiflerini kullanmada sınırsız davranabilmektedirler. Kullandıkları yöntemlerin çeşitliliği nedeniyle, terör eylemlerinin, zamanından önce haber alınarak önlenmesi veya faillerinin yakalanması güçleşmekte ve bu da terörün olumsuz etkilerini artırmaktadır.

Ayrıca teröristler, eylemlerinde kendilerini sınırlayan ahlaki veya insani engeller tanımadıklarından dolayı, gözü kara bir ruh hali içerisinde zalimce ve acımasızca hedeflerine yönelmektedirler.

Bu noktada terörün iki farklı stratejisi ya da başka bir deyişle eylem yöntemi ortaya çıkar:

Birincisi, tehlikeli gördükleri muhaliflerin ortadan kaldırılması ya da susturulmasıdır.

İkincisi ise, toplum üzerinde etki oluşturacağı düşünülen hedeflere yapılacak saldırılarla, toplumu istenen biçimde yönlendirmektir. Yani provokasyon…

Bu sebeple, kimi zaman önemli bir toplumsal figür öldürülür, kimi zaman da rastgele toplu cinayetler işlenir. Burada tek amaç, insan öldürmüş olmak değildir; ölenleri kullanarak toplumun düşüncesini değiştirmektir.

Kısacası, terör, terör örgütleri tarafından vahşi bir yöntem olarak dünyanın dört bir köşesinde uygulanmaktadır. Amaçlar farklıdır, ama izlenen yöntem ortaktır.

Bugün dünyanın her yerinde vicdan sahibi insanların lanetlediği terör belası, İslam dininin getirdiği güzel ahlakın, barışın, uzlaşmanın, sevgi ve şefkatin yerleşmesiyle Allah’ın izniyletarihin derinliklerine gömülecektir.

Bir insanın suçsuz yere öldürülmesi insanlığı öldürmek gibidir

Terörizm, bir insanın yada bir grubun kendisine belirlediği sözde “kutsal” hedef uğruna binlerce masum insanı göz kırpmadan feda edebilmesi ve bunu bir erdem gibi görmesidir. “Hedefler araçları meşrulaştırır” mantığıyla düşünen teröristler, gerçekte hiçbir şekilde meşru olmayan bir hedef için her türlü vahşeti gerçekleştirebilirler.

Oysa Kuran’da, insanlara haksız yere saldırmanın, masum insanları öldürmenin çok büyük bir suç olduğu bildirilmiştir. Terör metodlarını benimseyenlere göre, insan hayatının hiçbir değeri yoktur, ama İslam dinine göre tek bir insanın hayatı dahi çok önemlidir. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:

“… Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur… ” (Maide Suresi, 32)

Tek bir insanın dahi suçsuz yere öldürülmesi, tüm insanların öldürülmesi gibiyken, teröristlerin işledikleri cinayet, katliam ve gündemdeki tabiriyle “intihar saldırıları”nın, ne kadar büyük bir suç olduğu açıktır. Allah, terörizmin bu zalim yüzünün ahiretteki karşılığını şöyle bildirir:

“Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere ‘tecavüz ve haksızlıkta bulunanların’ aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azab vardır.” (Şura Suresi, 42)

Teröristler, ahlaki veya insani değerlerini kaybetmiş, zalim ve acımasız kişilerdir. Bundan dolayı da kolayca kışkırtılıp, öfkeye kapılıp, şiddete yönelebilmektedirler. Terörist gruplar, en basit bir olayda dahi gözü dönmüş bir öfkeye kapılır ve bunun ardından hemen kavga ve çatışma başlatırlar.

Hz. Muhammed (SAV) toplumsal barış ve huzuru sağlamıştır

Peygamber Efendimiz Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra, çok farklı insan topluluklarıyla karşılaşmıştır. O dönemde, Medine’de büyük bir etkinliğe sahip olan Yahudiler, çeşitli Hıristiyan toplulukları ve o güne kadar İslam’a girmemiş, eski dini anlayışlarını sürdüren müşrikler birarada yaşamaktaydı. Hz. Muhammed böyle bir ortamda, toplumsal birliği ve barışı sağlamak amacıyla Medine’deki kozmopolit yapıyı çeşitli sosyal sözleşmelerle kaynaştırmış, yüzden fazla topluluk ile bazen mektupla bazen de bizzat kendisi konuşarak çeşitli anlaşmalar yapmış, onlarla uzlaşmaya varmıştır. (T.W. Arnold, İngiliz misyoner araştırmacı) Peygamberimizin kurduğu bu toplumsal birliğin önemini şu şekilde ifade etmektedir:

“Önceleri tek bir emire kesinlikle itaat etmemiş olan o Arabistan, birdenbire siyasi bir birlik haline geliverdi ve o mutlak amire kendisini teslim etti. Yüz kadar küçük sosyal gruptan meydana gelmiş olan ve sürekli olarak birbirleriyle karşılıklı düşmanlıklarda bulunan küçük-büyük nice kabilelerden, Hz. Muhammed bir birlik meydana getirdi.”

Nitekim Peygamber Efendimiz, Mekke’yi fethettikten sonra, daha önce Müslümanlara işkence eden müşrikleri dahi serbest bırakmış, onlara büyük bir hoşgörü göstermiştir. Hz. Muhammed’in gösterdiği bu üstün ahlak, daha önce Arap toplumunda benzerine hiç rastlanmamış bir durumdu ve insanlar arasında takdirle karşılanmaktaydı.

Peygamber Efendimizden güzel ahlak örnekleri

Yaşadığı dönemde diğer ülkelerde de gerçek adaletin uygulanması konusunda Hz. Muhammed tüm Müslümanlara örnek olmuştur. Peygamberimiz hükmettiği her ülkenin yerli halklarına karşı Kuran’da bildirilen hoşgörü ve adaleti uygulamış, onlarla her iki tarafın da memnun kalacağı ve en ufak bir mağduriyet dahi yaşamayacağı anlaşmalar yapmıştır. Bu nedenle hangi dine veya ırka mensup olursa olsun her ülkenin halkı İslam’ın getirdiği barış, hoşgörü ve adaletten her zaman hoşnut kalmıştır. Hz. Muhammed ve yanındaki sahabeler, “Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır.” (Araf Suresi, 181) ayetinde söz edildiği gibi, insanlar arasında adaleti sağlayan bir ümmet olmuşlardır.

Arap Yarımadası’nın Güney kısmındaki Hıristiyan Necran Halkı ile yapılan sözleşme de Peygamber Efendimizin hoşgörü ve adaletinin en güzel örneklerinden biridir. Yapılan sözleşmenin maddelerinden biri şu şekildedir:

“Necranlıların ve maiyetindekilerin canları, malları, dinleri, varları ve yokları, aileleri, kiliseleri ve sahip olduları herşey Allah’ın ve Allah’ın peygamberinin güvencesi (himayesi) altına alınacaktır.”

Peygamberimiz bu ve benzeri anlaşmalarla, İslam’ın getirdiği güzel ahlakın toplum içinde tecelli etmesine ve kitap ehlinin de Müslümanlarla birlikte huzur ve barış dolu bir yaşam sürdürmesine vesile olmuştur.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here