Bugün İslam dünyasının kanayan yarası olan Filistin’deki kardeşlerimiz başta olmak üzere, Irak, Doğu Türkistan, Suriye, Pakistan, Afganistan, Burma ve Patani’de Müslümanların büyük bir çoğunluğu 100 yılı aşkın bir zamandır eziliyor ve baskı altında tutuluyor. Müslüman halk hemen her gün yabancı askerlerin veya devlet yetkililerinin saldırısına maruz kalıyor, bu ülkelerde iç savaşlar, çatışmalar, açlık ve insan haklarının ihlali en yüksek boyutlarda yaşanıyor. Halk bu çatışmalarda şehit ediliyor, şehit olmayanlar da ya toplama kamplarına götürülüyor ya da kayboluyor ve bir daha kendilerinden haber alınamıyor. Halkın büyük kısmı yurtlarından çıkmaya zorlanıyor, zorunlu göçe itiraz edenler ise şehit ediliyorlar. Kadınların tecavüze uğradığı, mescidlerin ve camilerin talan edildiği, Müslümanların evlerine, tarlalarına saldırılarak eziyet yapıldığı bu ülkelerde şehit edilen kişilerin sayısı yüz binleri aşmaktadır. Bu ülkelerdeki son durumu yansıtan ve basında çıkan bazı haberler Müslüman dünyasının yaşadığı dehşeti gözler önüne sermektedir.
Ancak Müslüman ülkelerde yaşanan bu olayların ardından, İslam aleminde bazı değişiklikler yaşanacağını Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hadislerinde müjdelemektedir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in “… HİÇBİR TARAFIN ONDAN MAHFUZ KALMAYACAĞI BİR FİTNE ZUHUR EDECEK, BU FİTNE KALDIĞI YERDEN HEMEN BAŞKA BİR TARAFA YAYILACAK VE BU DURUM BİR MÜNADİNİN SEMADAN SESLENEREK ‘EY İNSANLAR, EMİRİNİZ ARTIK MEHDİ’DİR’ DEMESİNE KADAR DEVAM EDECEKTİR.” (El Kavlul Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyyil Muntazar, s. 22) hadisindeki müjdesine göre fitnelerle dolu, korku ve şiddetin hakim olduğu bu karanlık dönemin değişmesi Yüce Allah’ın Hz. Mehdi (a.s.)’ı göndermesi ve bu değerli zatın vesilesiyle mümkün olacaktır. (Doğrusunu Allah bilir). Ancak kardeşlerimizin de Müslüman ülkelerde devam eden bu zulümün durması için yapmaları gereken bazı vazifeleri vardır.
Unutulmamalıdır ki zulme rıza göstermek de zulüm yapmaktır. Büyük İslam coğrafyasında akan her damla kandan, yıkılan her evden, şehit olan her masumdan, yaralanıp sakat kalan her mazlumdan, açlık ve yokluk içinde yaşayan her insandan, Türk İslam Birliği için gayret etmeyen her Müslüman sorumludur.
Hadislere ve İslam alimlerinin açıklamalarına göre, Hz. Mehdi (a.s.), Hicri 1400 itibariyle göreve başlayacak, deccaliyetin silahı olan Darwinizm ve materyalizmi tam anlamıyla susturacak bir fikri mücadele yürütecek, dağınık durumdaki İslam alemini birleştirecek, Kuran ahlakının dünyaya hakim olmasına vesile olacaktır. “Hz. Mehdi (a.s.)’ın büyük mücadelesine nasıl katkıda bulunabilirim?” diye düşünen Müslüman kardeşlerimizin yapacağı en önemli çalışmalardan biri Müslümanların arasında kardeşliğin pekişmesi, sevgi ve dostluğun güçlenmesi, İslam aleminin birlik olması için faaliyet gösterilmesidir. Allah Kuran’da Müslümanların birlik olmaları gerektiğini buyurmuştur. Birlik olmamaları durumunda ise, manevi güçlerini kaybedeceklerini ve ezilip yenileceklerini haber vermiştir:
“İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73)
Öyleyse, deccaliyetin tüm saflarının birlik halinde Müslümanları baskı altına aldığı ahir zamanın bu en şiddetli döneminde, Müslümanların aciliyetli olarak yerine getirmeleri gereken husus, birlik olmaktır. Yeryüzünde bozgunculuğun son bulması için iman edenlerin birbirleriyle dost olmaları, ittifak etmeleri, birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiği açıktır. Türk İslam dünyasının bu birliği istemesi lazımdır. Birlik istemeyen ayrılık istiyor demektir ve ayrılığın Türk İslam dünyasına hiçbir faydası yoktur. MÜSLÜMANLARIN GÜCÜ, KUVVETİ VE MENFAATİ BİRLİK OLMAKTADIR.
Bediüzzaman Hazretleri de İttihad-ı İslam’ın en büyük farz vazifesi olduğunu şöyle anlatmaktadır:
“İhfa, havf (yani gizlenmek ve korkmak); riyadandır. Farzda riyâ yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazîfesi, İttihad-ı İslâm’dır. İttihadın hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib, muhit, merâkiz ve maâbid-i İslâmiyeyi birbirine rabtettiren bir silsile-i nuraniyi ihtizaza getirmekle (yani pek çok kola ayrılmış, her yeri kuşatmış olan merkezleri ve İslam’ın ibadet yerlerini birbirine bağlayan nurani bir silsileyi manen harekete geçirmekle) onunla merbut olanları ikaz (onunla birbirine bağlanmış olanları uyarma) ve tarîk-ı terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevk etmektir (bir yüksek bir medeniyet yoluna istekle ve vicdanın emriyle yöneltmektir). BU İTTİHADIN MEŞREBİ MUHABBETTİR (yolu sevgidir). HUSUMET, CEHALET VE ZARURET NİFAKADIR. GAYR-I MÜSLİMLER EMİN OLSUNLAR Kİ, BU İTTİHADIMIZ BU ÜÇ SIFATA HÜCUMDUR (Yani İttihad-ı İslam düşmanlığa, cehalete ve fakirliğe karşıdır.) GAYR-I MÜSLİME KARŞI HAREKETİMİZ İKNÂDIR (yani güzel sözle razı etmektir). ZİRA ONLARI MEDENÎ BİLİRİZ. VE İSLÂMİYET’İ MAHBUP VE ULVÎ (sevgili ve yüce) GÖSTERMEKTİR.” (Hutbe-i Şamiye, s. 94)
Aynı Allah’a, aynı kitaplara, aynı peygamberlere inanan, aynı kıbleye dönen insanların bölünmeleri, hatta düşmanlık derecesinde birbirlerine cephe almaları ancak şeytanın ilkasıyla meydana gelmiş olan bir fitnedir. Bu fitneye bir an önce dur denmesi şarttır. Alevi, Sünni, Şii, Vahabi, Caferi ve diğer mezheplere mensup tüm Müslümanlar din kardeşi olduklarının şuuruna varmalı, işkence gören, yurtlarından sürülen, öldürülen, sakat bırakılan Müslümanların haykırışlarına kulak vermeli, zaten bugüne kadar hayli vakit kaybettikleri için daha fazla vakit kaybetmemeli ve derhal harekete geçmelidirler. Unutulmamalıdır ki, birleşmek ve ayrılığa düşmemek, Allah’ın hepimize farz kıldığı bir hükümdür. Allah’ın bu hükmünü aciliyetle yerine getirmenin Allah’ın rızasına en uygun davranış olacağı açıktır.
Dünyanın pek çok bölgesinde baskı ve zulüm altında yaşayan Müslümanların yaşadıkları sadece basına yansıyan birkaç haberle sınırlı kaldığı için İslam dünyasında pek çok kişi bu bölgelerdeki zulmü tam anlamıyla bilememektedir. Oysa Müslüman kardeşlerimiz çok şiddetli bir baskı altında varlıklarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, bu bölgelerde yaşayan ve zulüm altındaki kardeşlerimizin zulme karşı gösterdikleri haklı tepki mutlaka Kuran ahlakına ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetine uygun olmalıdır. Darwinist, materyalist, komünist ideolojilerin etkisi ve telkinleriyle yapılan şiddete dayalı bir mücadele hem Kuran ahlakına uygun değildir, hem de Allah böyle bir mücadeleye başarı nasip etmez. Şiddet şiddeti doğuracak, şiddete dayalı bir mücadele Müslüman kardeşlerimizin daha çok şiddete maruz kalmasına sebep olacaktır. Müslüman kardeşlerimizin haklı mücadelesinin başarıya ulaşması, ancak silahlı mücadelenin fikri zemine çekilmesi ve çok güçlü bir eğitim projesiyle desteklenmesiyle mümkün olabilir. Bunun için de Müslüman halkın, eğitimli, kültürlü, hukuk, diplomasi ve uluslararası politikaya vakıf ve tüm bunların yanında Kuran ahlakına göre hareket eden güçlü bir kadroya ihtiyacı bulunmaktadır.
Elbette Müslüman kardeşlerimizin içinde kültürel seviyesi yüksek, açık görüşlü çok sayıda aydın bulunmaktadır. Önemli olan bu aydınların, gençlerin bilinçlendirilmesi, doğru yönlendirilmesi ve Müslüman davasının uluslararası kamuoyunda savunulması konularında yapacakları çalışmalardır. Bu çalışmalar, Müslüman kardeşlerimizin gerçek İslam ahlakına göre bilinçlendirilmesinde, kültür ve eğitim seviyesinin daha da artırılmasında ve Müslüman kardeşlerimizin haklı mücadelesinin tüm dünyaya en güzel şekilde anlatılmasında çok önemli bir rol oynayabilir. Bu nedenle tüm kardeşlerimizin kültürel olarak kendilerini çok geliştirmeleri, anti Darwinist, anti materyalist, anti komünist çalışma yapmaları hayati önem taşımaktadır.
Allah Kuran’ın pek çok ayetinde müminlerin birbirlerinin velileri olduklarını bildirmiştir. “Veli” kelimesinin anlamı dost, koruyucu, yardımcı ve destekçidir. Buna göre Müslümanların birbirlerini dost edinmeleri, birbirlerini korumaları ve birbirlerine destek olmaları Allah’ın onlara bir emridir.
Allah Maide Suresindeki bir ayetinde müminlerin birbirlerini veli edinmeleri gerektiğini şöyle belirtmektedir:
“Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun elçisi, rüku ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir.” (Maide Suresi, 55)
Bir sonraki ayette ise Allah müminlerin birbirlerini dost ve veli edinmeleri durumunda iman etmeyenlere karşı sürdürdükleri fikri mücadelede mutlaka galip geleceklerini şöyle bildirmektedir:
“Kim Allah’ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.” (Maide Suresi, 56)
“BİR FİTNE GÖRÜLÜR, BUNU DİĞER FİTNELER TAKİP EDER VE BİRİNCİLER SONUNCULARIN KILIÇLA ÇATIŞMAYA DÖNÜŞÜNÜ KAMÇILAR VE BUNDAN SONRA BÜTÜN HARAMLARIN HELAL SAYILACAĞI BİR FİTNE GELİR. SONRA DA HİLAFET (MÜSLÜMANLARIN MANEVİ LİDERLİĞİ), YERYÜZÜNÜN EN HAYIRLISI OLAN HZ. MEHDİ (A.S.)’A EVİNDE OTURURKEN GELECEKTİR.” (Kitab-ül Burhan fi Alametil Mehdiyyil Muntazar, s.26) hadisinde belirtildiği gibi, Müslüman ülkelerde yaşanan olaylarda baskıcı rejimlere karşı halkın sokaklarda toplanması, halk ve devlet güçlerini karşı karşıya getirmiş, birbirlerine karşı bıçak ve satır kullanmışlardır. Oysa değişim, sokak çatışmalarıyla, yağmalarla, saldırganlıkla, şiddetle gerçekleştirilemez. Şiddete dayalı yöntemle meydana gelecek değişim, asla insanların özlemi ve ihtiyacı içinde oldukları huzuru, refahı ve güveni onlara sunmaz. Kısmi bir takım başarılar ve gelişmeler elde edilebilir. Ama kalıcı ve tam tatmin edici çözüm oluşmaz. Kalıcı ve gerçek çözüm, ancak Allah’ın ve Resulullah (s.a.v.)’in gösterdiği yola uyarak sağlanır. Allah’ın ve Resulü (s.a.v.)’in gösterdiği çözüm ise tüm İslam aleminin manevi bir lider etrafında birleşmesi, Türk İslam Birliği’nin tesis edilmesidir.
Sokaklardaki protestolar ve alınan suni çözümlerin yerine istikrarlı ve ısrarlı bir şekilde Türk İslam Birliği’nin istenmesi şarttır. Bunun için de Mehdiyet’in sürekli olarak gündemde tutulması gerekmektedir.
“Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyne-es sema vel-arz alemini (yer ile gök arasındaki alemi) bulutlarla doldurup boşalttığı gibi bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder (dindirir) ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini (örneğini) ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden KADİR-İ ZÜLCELAL (herşeye muktedir olan Yüce Allah) HZ. MEHDİ (A.S.) İLE DE, ALEM-İ İSLAM’IN (İslam aleminin) ZULÜMATINI (zulüm devrini, karanlığını) DAĞITABİLİR. VE VA’DETMİŞTİR VAADİNİ ELBETTE YAPACAKTIR.” (Mektubat, s. 411-412)
Bediüzzaman, Celal ve Kudret sahibi olan Rabbimiz’in, Hz. Mehdi (a.s.) ile dinsizlik ve zulüm devrini ortadan kaldıracağını belirtmiştir. Rabbimiz’in, yer ile gök arasındaki tüm alemi bulutlarla bir dakika içinde doldurup boşalttığı, bir saniyede denizin fırtınalarını durdurduğu ve bahar mevsiminde bir saatte yaz mevsiminin örneğini ve yazın da bir saatte kış fırtınasını yarattığı gibi, bu olayı da hemen gerçekleştirmeye kadir olduğunu hatırlatmıştır. Bediüzzaman, Allah’ın bu vaadinin hak olduğunu ve vaadini mutlaka gerçekleştireceğini ifade etmiştir. Hz. Mehdi (a.s.) Allah’ın izniyle İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı zulüm ve zorluklara son vermekle görevli kişi olacak ve çalışmalarıyla tüm dünya çapında etkili olacaktır.
Dünyanın pek çok bölgesinde adeta esir edilmiş zavallı kadınlar, çocuklar, yaşlılar; işkence gören masum insanlar; ibadethaneleri yakılıp yıkılan Müslümanlar; toplama kamplarında acımasızca çalıştırılan mazlumlar tüm İslam aleminin sorumluluğundadır. Allah Nisa Suresi’nin 75. ayetinde, Müslümanların ihtiyaç içindeki mazlumlar için çaba göstermeleri gerektiğini bildirmektedir:
“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına cehd etmiyorsunuz (çaba göstermiyorsunuz)?”
Sayın Adnan Oktar Anlatıyor: İttihad-ı İslam’ı Israrla Anlamazlıktan Geliyorlar
ADNAN OKTAR: İttihad-ı İslam Kuran ayetleriyle açık, farz, inkâr edilecek gibi değil. Bir kısım şahıslar anlamazdan gelse de yüzlerce ayetle farziyeti açık; bir tane, iki tane değil. İnsanlar bir bela geldiğinde, acı geldiğinde bunu araştırmak durumundadır. Mesela farz edelim Irak’a bir bela geldi, “Allah bu belayı niye verdi?” demesi lazım. Niye Afganistan’a bir bela geliyor? Niye geldiğini araştırması lazım. Mesela Libya, Mısır hepsi araştırması lazım, Filistin. Diyorlar ki “Biz namazımızı kılıyoruz, orucu da tutuyoruz, zekât da veriyoruz, hacca da gidiyoruz, hatta defalarca gidiyoruz, umre de yapıyoruz, kelime-i şahadet de getirdik ama Allah sürekli bela veriyor acaba niye?” Ayette bildirmiş, İttihad-ı İslam olmadığında, Allah adamın belasını veriyor. Bütün dünyada Müslümanlar sürünüyorlar, bütün dünyada. Bir tek Allah’a hamd olsun, Türkiye’de bir rahatlık var. Çok yerde de belanın geliş nedeninin bu olduğunu Allah haber veriyor. Oturuyorlar “sabaha kadar on bin zikir çek,” kardeşim karşındaki kişi cahil. Sabaha kadar “Kuran oku anla” desene, “fıkıh oku, onu anla” desene. On bin kere zikir, tesbih yapa yapa uyuyor orada, devrilip kalıyor. Allah’ı zikretmek demek Kuran-ı anlayıp, Allah’ı aklında tutmak ve Kuran hükümlerini yerine getirmek demektir. Yani “100 bin zikir yaptım” diyor, onunla övünüyor. Bilgini arttır, kültürünü arttır, tebliğ yap, İslam’ı yay, İttihad-ı İslam’ı anlat. Bunların farziyeti açık, Kuran’da ayetlerle sabit. Bunu yapmadıkları için de Allah belayı getiriyor. Zaten akılla da anlaşılıyor bu. Çünkü parçalanmış bir güç güçsüz oluyor, birleşmiş bir güç güçlü oluyor. Hani “bir elin nesi var, iki elin sesi var” derler ya. Bir elle bir şey olmuyor işte. İki elin sesi oluyor, bunu kabul etmeleri gerekiyor. Habire birleşme ile ilgili konular oluyor. Ama kısa kısa, ümitsiz konuşuyorlar çünkü biliyor birleşmeyeceklerini. Çünkü Şii, Sünni’yi kabul etmez, Vahabi Şii’yi kabul etmez. Sünni her ikisini kabul etmez. Nurcu Nakşibendî’yi kabul etmez. Nakşibendî Nur talebesini kabul etmez. Çözüm nedir? Çözüm Mehdidir. Çünkü Mehdi (a.s.), ne Nurcu, ne Nakşibendî, ne Vahabi, ne Sünni, ne Şii hiçbir mezhebe dahil değil. O zaman Hz. Mehdi (a.s.)’da ittifak etmek gerekiyor. Onun için Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bunu bir kolaylık, bir nimet ve güzellik olarak müjdelemiş. Bunu ısrarla anlamazdan gelirlerse, ızdırap devam eder. (2 Mart 2012, A9 TV)