Allah’ın Ayrı Ayrı Diller, Irklar, Töreler Yaratması Dünyaya Sunduğu Bir Süs ve Güzelliktir
Allah sınırları birbirine çok yakın ülkelerde dahi farklı diller, her bir millete özgü davranış tarzları, konuşma üslupları ve töreler yaratmıştır. Mesela Almanların, Fransızların, İtalyanların, Türklerin ve Çinlilerin dilleri, konuşma tarzları, alışkanlıkları, gelenekleri ve yemekleri birbirinden farklıdır. Yüce Allah’ın farklı dilleri, renkleri, ırkları ve milletleri yaratması O’nun çeşitlilik sanatının bir tecellisidir. Allah bu çeşitliliği dünyada bir güzellik ve süs olması için yaratmıştır. Allah dileseydi bütün dilleri, milletleri ve insanların renklerini aynı yaratabilirdi. Fakat adetleri, yemekleri, kıyafetleri, mimarileri farklı kavimler var etmesi insanların birbirleriyle tanışıp kaynaşması için yarattığı bir nimettir. Allah bu gerçeği Kuran’da şöyle bildirmiştir:
“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır.” (Rum Suresi, 22)
Farklı ırkların varlığı, Allah’ın insanların genlerinde yarattığı zengin çeşitliliğin bir sonucudur. İlk insan olan Hz. Adem (a.s.) ve eşinin genetik yapılarındaki zengin bilginin az bir kısmı kendi dış görünümlerine yansımıştır. Ancak genlerindeki zengin çeşitlilik sonraki nesillere aktarılmıştır. İnsanlık tarihi içinde ortaya çıkan coğrafi izolasyonlar da çeşitli insan gruplarında belirli özelliklerin birikmesine uygun ortam oluşturmuştur. Bu süreç, uzun zaman içinde insan gruplarının kemik yapısı, ten rengi, boy, kafatası hacmi gibi özelliklerinin birbirinden farklılaşması sonucunu getirmiştir. Bu farklılaşma ile ırklar ortaya çıkmıştır.
İnsan ırklarındaki zengin çeşitlilik, Allah’ın insanı bir anda yoktan var ettiği gerçeğini destekler. Evrim teorisinin “ırkların varlığı evrimi kanıtlar” iddiası ve ırkların üstünlüğü gibi evrim teorisinin ürünü olan sapkın ideolojileri tamamen ortadan kaldırır ve Allah’ın varlığını ve üstün yaratma sanatını gösterir. Bir ayette şöyle buyrulur:
“O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.” (Haşr Suresi, 24)
Irkçılık Büyük Bir Tehlikedir, Milletleri Parçalamayı Esas Alır
Irkçılık, vücuda sürekli zarar vererek ilerleyen kanser gibidir. Kanserli hücreler bilindiği gibi dokuları parçalar ve vücudu öldürmeden bırakmaz. Irkçılık da insanları öldürmeden bırakmaz. Tarih bu örneklerle doludur. Hitler, Mussolini, Franco gerek kendi ülkelerini gerekse çevrelerindeki pek çok ülkeyi yıkıma uğratmış ve parçalamıştır. Faşist ve ırkçı düşünce insanları genetik kodlarına bakarak farklı sınıflara ayırır. Mahallelere ayırır. Mahalleler, sokaklara ayrılır; sokaklar evlere. Evlerde de insanlar kendi kardeşine düşman olur. Bu, şeytanın anarşiyi meydana getirmekte kullandığı bir tekniktir. Oysa Yüce Rabbimiz bizim bütün ve bir olmamızı ister. Ayette şöyle buyrulur:
“Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.”Saff Suresi, 4)
Allah insanları ahirette de bir ve birlik olarak yaratmıştır. Örneğin cehennemde cehennem ehli tek bir ümmettir. Cennet ehli de tek bir ümmettir. Cennette ırk diye bir kavram olmayacak, hangi kavimden olduğumuzu kimse sormayacaktır. Cennette tek bir ümmet Müslüman ümmeti, ve tek bir kavim Hz. Adem (a.s.)’ın evlatları olacaktır. Cennet modeli insanlar için dünyada da esastır. Bu model ırk, mezhep, din ve dil ayrımı olmadan tüm insanları kucaklayan, herkese sevgi, bereket ve bolluk sunacak olan Türk- İslam Birliği modelidir.
Bu modelin oluşması için Allah Hz. Mehdi (a.s.)’ı görevlendirmiştir. Evler, sokaklar, kıyafetler, çarşılar, cennetteki gibi düzenlenecektir. İnsanlar birbirlerine sevgi, hürmet gösterecek, birbirlerinin gönlünü alacak, güven, sevgi ve şefkatin hakim olduğu bir toplum düzeni var olacaktır. Çünkü Hz. Mehdi (a.s.) Allah’ın izniyle kavim ve üstün ırk düşüncesinin yanlışlığını insanlara anlatacak ve asıl üstünlüğün takva olduğunu hatırlatacaktır.
Faşizm Dini Değerleri Nasıl Kullanır?
Faşist ideoloji için din sadece bir araçtır. Çünkü faşist düşüncedeki kişiler, dini değerleri kullanmadıkları sürece yaptıkları zulümler ve ırkçı politikalar nedeniyle halktan tepki alacaklarının farkındadırlar. Bu nedenle dini kavramları çarpıtarak kendilerine göre bir yorum ortaya koyarlar. Ağızlarında sürekli içinde bulundukları toplumun sahip olduğu dini terimler, dini söylemler vardır. Ancak uygulamaya bakıldığında din ahlakından son derece uzak bir yapıyla karşılaşılır.
Bu, faşist liderlerin halkı kendilerine bağlayabilmek amacıyla geliştirdikleri bir politikadır. Çünkü halkın dini değerler adına pek çok fedakarlığı yapabileceğinin, bu ulvi inançlar uğruna birçok şeyi göze alabileceğinin onlar da farkındadırlar. Bu nedenle kendilerini Allah adına, din adına yola çıkmış gibi gösterirler. Dini hatırlatacak ve böylece halkı motive edecek sloganlar kullanıp, propagandalarında da dini sembollere ağırlık verip, kendilerine dindar bir görünüm kazandırmak isterler. Buna karşın faşizmin gerektirdiği bütün zalimlikleri ve insanlık dışı eylemleri de yaparlar. Yani aslında söyledikleriyle yaptıkları birbirine taban tabana zıttır. Faşistlerin kendi iktidarları için dini böylesine sahtekar bir yüzle kullanmaları onların zalimliklerinin başka bir kanıtıdır.
Allah’a karşı yalan uyduranlar için Rabbimiz ayette şöyle bildirir:
“Allah’a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir? İşte bunlar, Rablerine sunulacaklar ve şahidler: “Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır” diyecekler. Haberiniz olsun; Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (Hud Suresi, 18)
Türk-İslam Birliği’nde Kan ve Irk Üstünlüğü Değil, Ahlak Üstünlüğü Vardır
Irkçılığın insanlığa sadece kan ve acı getiren bir ideoloji olduğu çok açıktır. 20. yüzyılın tarihi bu gerçeğin bir ispatı sayılabilir. Ancak bu gerçeğe karşın dünyanın pek çok yerinde hala ırkçılığa sempati duyan insanlar vardır. Günümüzde neo-Naziler, holiganlar gibi farklı isimler altındaki faşist ve ırkçı örgütlenmeler giderek yayılmaktadır. Bu faşist çetelere karşı alınan adli tedbirler ise tek başına etkili olmamakta, İngiltere ve Almanya gibi güçlü devletler dahi bu grupları etkisiz hale getirememektedirler. Çünkü kullandıkları yöntem yanlıştır. Din ahlakından tamamen uzak yetiştirilmiş, kendisini ve diğer insanları hayvan gibi gören aşırı sorumsuz, başıboş ve saldırgan insanları dizginlemek, onlara hakim olmak, onları zaptetmek neredeyse imkansızdır. Bugün birçok ülkede hala devam eden bu saldırganlığı ve terörü engellemenin yolu, insanlara faşizmin kökeni olan dinsiz veya pagan ideolojilerin değil, Allah’ın emrettiği güzel ahlakın aşılanmasıdır.
Faşizm ve ırkçılık barışa, dostluğa, kardeşliğe, uzlaşmaya ve sevgiye karşıdır. Din ahlakının özünü ise bu gibi güzel ahlak özellikleri oluşturur. Dolayısıyla faşizm dinle tam anlamıyla çelişen bir ideolojidir. Çünkü faşizmin temeli ırkçılığa dayalıdır. Faşistler daima kendi ırklarının, milletlerinin diğerlerinden üstün olduğu iddiasıyla yola çıkmışlar, üstelik bu iddiaya dayanarak diğer milletlerin toprakları ve malları üzerinde hak iddia etmişlerdir. Bu ırkçı iddia çok sayıda savaşın, çatışmanın, katliamın, “etnik temizliğin” çıkış noktasıdır. Oysa Kuran’a göre üstünlük ırka, renge ya da diğer başka bir özelliğe göre değil Allah’a yakınlığa, inanç ve ahlaka bağlıdır. Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilir:
“Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat Suresi, 13)
Allah bir başka ayetinde ise ırkçılığı “cahiliyenin öfkeli soy koruyuculuğu” olarak tarif eder ve inananları bu kışkırtıcı ideolojiye karşı koruyacağını şöyle bildirir:
“Hani o inkar edenler, kendi kalplerinde, ‘öfkeli soy koruyuculuğu’nu (hamiyeti), cahiliyenin ‘öfkeli soy koruyuculuğunu’ kılıp-kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve mü’minlerin üzerine ‘(kalbi teskin eden) güven ve yatışma duygusunu’ indirdi ve onları “takva sözü” üzerinde ‘kararlılıkla ayakta tuttu.” Zaten onlar da, buna layık ve ehil idiler. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.” (Fetih Suresi, 26)
Ayette açıklandığı gibi, Allah insanları birbirleriyle tanışmaları, barış, kardeşlik ve hoşgörü içinde yaşamaları için çeşitli ırklara ve etnik kökenlere ayırmıştır. Yani faşistlerin sandığı gibi, farklı ırklar ve etnik kökenler, Darwinist çatışmanın ve “yaşam mücadelesi”nin bir malzemesi değildir. Farklı etnik kökenler ve ırklar arasında biyolojik bir üstünlük de söz konusu olamaz. Yüce Allah, insanlar arasındaki üstünlüğü yalnızca “takvaya” yani Allah’a yakınlığa, inanca ve ahlaka bağlamıştır. O halde insanların Kuran ahlakına uydukları bir düzende ırk, renk ve kabile çatışmalarının yaşanmayacağı, bu gibi akıl dışı üstünlük iddialarıyla hareket edilmeyeceği açıktır.
Tarih göstermektedir ki, “öfkeli soy koruyuculuğu”, pagan veya dinsiz toplumlara ait bir hastalıktır. Bu toplumlarda her zaman için ırk, soy ve kabile üstünlüğüne dayalı iddialar ve buna dayalı çatışmalar var olmuştur. Çünkü insanlar üstünlüğü ırk, soy, kabile gibi maddi özelliklerde aramışlardır. Oysa Kuran’da bildirildiği gibi, “… izzet ve gücün tümü Allah’ındır…” (Yunus Suresi, 65) İnsanlar ise ırkları, renkleri, derileri fark etmeksizin Allah’ın yaratmış olduğu, Allah’a son derece muhtaç, aciz varlıklardır. Hepsi de ölüme mahkumdur. Dolayısıyla bir insanın diğer bir insana veya bir toplumun diğer bir topluma karşı bir “izzet”, yani üstünlük iddiasında bulunmaya hakkı yoktur. Nitekim bu akıl dışı iddialar, ölümle birlikte unutulup gidecektir. Kıyamet günüyle ilgili bir ayette bu gerçek şöyle bildirilir:
“Böylece Sur’a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu) soruşturmazlar da.” (Müminun Suresi, 101)
Ayette bildirildiği gibi ölüm anında, kıyamet gününde ya da ahirette ırk, renk, etnik köken gibi unsurların hiçbir önemi olmayacaktır. O an önemli olan tek konu kişinin Allah’a yakınlığı ve Allah’ın rızasını kazanıp kazanmadığı olacaktır. O gün kimse kimseye soyunu, ırkını soracak bir durumda da olmayacaktır. Bugün soylarından dolayı azgınlaşanlar, taşkınlık yapanlar, insanları öldüren, hatta diri diri yakanlar, o gün hangi soydan olurlarsa olsunlar ne kadar aciz ve muhtaç durumda olduklarını kavrayacaklardır.
Allah insan ırklarını birbirleri ile eşit yaratmış, üstünlüğün takvaya yani Allah’tan korkup O’nun emirlerine uymaya göre olduğunu bildirmiştir. İnsanlara zulmetmeyi, acımasız davranmayı ise yasaklamıştır. Tarih boyunca bu emre karşı gelen zalim liderler ve kavimler hep aynı acı sonla karşılaşmışlardır. Mümin Suresi’nin 56. ayetinde bildirildiği gibi, “göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları bir büyüklük” isteği taşıyanlar, hiçbir zaman bu isteklerine ulaşamamıştır. Allah, Şuara Suresi’nin 227. ayetinde “… zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir” buyurarak, bu insanların dünyada hezimetle karşılaşacağını haber vermiştir. İnsanlara zulmedenlerin ahirette karşılaşacakları son ise çok daha acıdır. Kuran’da şöyle bildirilmektedir:
“Gerçek şu ki, inkar edenler ve zulmedenler, Allah onları bağışlayacak değildir, onları bir yola da iletecek değildir. Ancak, onda ebedi kalmaları için cehennem yoluna (iletecektir.) Bu da Allah’a pek kolaydır.” (Nisa Suresi, 168-169)
Irkçı Saldırıların Çözümü Darwinizmin Fikren Çökertilmesidir
Neredeyse her gün gazetelerde giderek güçlenen ırkçı saldırılar ile ilgili haberlere rastlanır. Bu saldırıların sebebi beyaz ırkın üstünlüğünü savunulmasıdır. Amerikalılar ve Avrupalılar gibi halkların dahil olduğu bazı toplumlarda aslında kendi ırklarının üstünlüğüne inanan gizli bir ırkçılık yaşanır. Bu nedenle, ırkçı akımlara gizliden gizliye destek sağlanır. Avrupa’daki yabancılara özellikle Müslümanlara karşı ırkçı saldırılar düzenlenmesinin asıl nedeni de budur. Almanya, Hollanda, Avusturya, Fransa, İngiltere hatta ekonomik krizlerle boğuşan İtalya’da dahi bu zihniyete sahip ırkçı akımlar gün geçtikçe güç kazanmaktadır. Hoşgörüsüzlük, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi Avrupa’nın en ciddi sorunları arasında yer almaktadır.
Sadece Almanya’da neo-Nazi olarak sınıflandırılan grupların sayısı 60 bin civarındayken, bu akıma sempati ile bakanların sayısı 10 milyona yaklaşmıştır. Fransa 2000’li yıllardan itibaren ırkçı faaliyetlerin arttığı bir ülke konumundadır. 1986 yılında göçmenlere kendiliğinden yerel seçim hakkı tanıyan Hollanda’da ise günümüzde durum değişmiş ve Özgürlük Partisi’nin İslam karşıtı lideri Geert Wilders’in oy oranı % 20’lere ulaşmıştır. Ayrıca bugün dünyanın en büyük sosyal paylaşım ağında, Avrupa’daki 14 sağcı örgütü destekleyen 450 bin kişi olduğu bildirilmektedir.
Avrupa’da topluma yön vermeye başlayan bu sapkın düşünce, Darwinizm’e körü körüne inanan Avrupalı toplumların, kendilerini Allah tarafından yaratılmış ve O’na karşı sorumlu olan kullar olarak değil de, maymunlardan tesadüfen türemiş ve tek amacı “çatışma” olan gelişmiş hayvanlar gibi görmesinden kaynaklanmaktadır. Nitekim söz konusu toplumlar basın-yayın organlarında bu Darwinist mesajı düzenli olarak vermektedirler.
Oysa bu insanların hepsi -söz konusu haberlere malzeme olan kitle de, bunların dünya görüşünü oluşturan sözde “seçkinler” de- derin bir yanılgı içindedirler. İnsan Darwinizm’in iddia ettiği gibi tesadüflerle ortaya çıkmış ve tek amacı çatışmak olan bir hayvan değildir. İnsanı Allah yaratmıştır ve insan O’nun emrettiği ahlaka göre yaşamakla sorumludur. Ve bilim, Darwinist propagandanın aksine, Darwinizm’i değil Yaratılış gerçeğini doğrulamaktadır. Kuran’da bildirildiği gibi, “…Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona “Ol” der, o da hemen oluverir.” (Al-i İmran Suresi, 47)
Allah’ın yaratışını inkar eden faşist kültürün ortadan kalkması içinse, söz konusu Darwinist felsefenin fikren çökertilmesi ve insanların bu aldatmacadan kurtarılması şarttır. Önemli olan, insanlara “acımasız olun, kan dökün, öldürün, bu sizin içgüdünüz, nasıl olsa bir hayvansınız ve ölünce yok olacaksınız” diye fısıldayan sesin susturulmasıdır. Bu ses susturulduğunda, bununla uyuşturulmuş olan kitleler de gerçekleri görecek ve bu dünyada ne için yaratıldıklarını anlayacaklardır.