Ortadoğu Mehdiyet İçin Özel Olarak Dizayn Ediliyor

0
221

Dünyada kimse 20. yüzyıla kadar Ortadoğu terimini duymamıştı. Toplumlar ve ülkeler doğuyu ve batıyı tanımalarına rağmen, bugünkü Ortadoğu toprakları ise “Osmanlı” olarak biliniyordu. I. Dünya Savaşı, üç büyük imparatorluğu ortadan kaldırırken, Ortadoğu’dan geriye Osmanlı’nın eski vilayetleri kalmıştı. Kimileri, şu anki Ortadoğu’yu, 1916’da yapılan gizli anlaşma Sykes-Picot uygulamasının bir sonucu olarak görse de gerçekte beklenmedik bölünmeler olmamış, mevcut Osmanlı vilayetleri Ortadoğu ülkeleri halini almıştır. Fakat Ortadoğu üzerinde Sykes-Picot zihniyetinin hala canlı tutulduğu da bir sır değildir. Nitekim bu emperyalist zihniyet, gizli bir anlaşmayla Ortadoğu’yu cetvelle çizerek suni bir şekilde bölmüştür. Bu bölünme ile yüzlerce yıldır bir arada yaşayan kardeşler, akrabalar, toplumlar zoraki olarak ayrılmıştır. Bölgenin yer altı kaynakları ve maddi gücü yoğun bir sömürüye maruz kalmıştır. Ardından gelen diktatörler ise acımasız uygulamalarla insanların hayatını karartmış, özgürlüklerini ellerinden almıştır. Sonuçta Ortadoğu, Osmanlı döneminde yaşadığı huzurun ardından son 150 yıldır şiddet, savaş, işgal ve çatışmalar altında büyük acılara sahne olmuştur. Şehirler yakılıp yıkılmakta, masum insanların üzerine her gün bombalar yağmaktadır. Mültecilerin, esir kamplarında yaşayan mazlumların ve işgal edilmiş topraklarda yaşamak zorunda bırakılanların sayısı ise on milyonları aşmıştır.

Ortadoğu’yu Önemli Kılan Özellikleri

Ortadoğu kelimesi ilk olarak 1902’de National Review gazetesinde kullanılmıştır. Bu terimi kullanan deniz subayı olan Alfred Thayer Mahan, denizlere hakimiyetin güç sağlayacağı fikrinden yola çıkarak çeşitli teoriler üretmişti. Ona göre Ortadoğu, tüm etnik, dini, mezhepsel farklılıklarına rağmen sadece bu deniz gücü esas alınarak müstakil bir “bölge” ilan edilmeliydi. Basra Körfezi ve çevresindeki sular, gücü elde etmede ve düşmanı uzak tutmada kilit bir öneme sahipti.

Buna kısa bir süre sonra petrolün o cazip gücü eklendi. Hindistan’a uzanan ticaret yolları, Rusya tehdidini uzak tutma çabaları ve petrolün cazibesi Ortadoğu’yu ayrı ve yeni bir bölge haline getirdi. Birbirinden farklı etnik ve kültürel yorumların, farklı dinlerin, farklı kıtaların oluşturduğu bir coğrafya, artık, gerçekten de bağımsız bir “bölge” olarak tanımlanmıştı.  Bu bölgede nüfuzu olan; ticaretin, zengin kaynakların ve savunma gücünün de sahibi oluyordu. 1. Dünya Savaşı sonrası İngiltere ve Fransa, sonraki yıllarda ise ABD bu güç coğrafyasını kazanmaya çalıştı. Fakat önemli bir hata yaptılar; etnik kimliğine, mezhebine veya aşiretine göre bölünmüş bir Ortadoğu’nun çözüm değil sorun olacağını öngöremediler.

2006 yılında Condoleezza Rice dünyaya “Yeni Ortadoğu” terimini tanıttı. Ortadoğu bu dönemde başka bir hal almış, doğalgaz kaynakları ve geçiş yolları bu bölgeyi paha biçilmez kılmıştı. Özellikle Doğu Akdeniz koridorundaki Bakü-Tiflis-Ceyhan hattı “Yeni Ortadoğu”nun şekillenmesinde en büyük role sahipti. Dünya nükleer silah gücü kendisini iyice göstermiş, askeri üslerin bölgenin her ülkesinde konuşlandırılması icap etmişti.

Aynı yıl Amerikan Ulusal Harp Akademisi’nden emekli yarbay Ralph Peters, bir “Yeni Ortadoğu” haritası çizdi. Şu günlerde üzerinde çokça konuşulan bu haritaya göre Ortadoğu çok daha küçük parçalara ayrılmış ve “Yeni Ortadoğu”, birleştiricilik ve bütünlüğe göre değil, parçalanmaya göre dizayn edilmişti. Peters’a göre parçalanma ‘değişim’ demekti. Bu değişimin, baskıcılığı özgürlüğe, terörizmi hoşgörüye, savaşları barışa dönüştüren bir dönüşüm olduğu iddia ediliyordu.

Fakat Peters Ortadoğu söz konusu olduğunda pek çok Batılının düştüğü o bilindik hataya düşmüştü. Ortadoğu’da bölünmenin faturası ağır olmuştu. Daha çok bölünme, bu faturayı daha da ağırlaştıracaktı.

Edward Said “oryantalizm” tezini ortaya atarken bu yanlış mantığın kökenini aslında tarif etmişti. Ona göre Batılılar, Doğu’yu ele alırken bütünüyle kendi görüşlerinden, varsayımlarından, hayallerinden yola çıkar; kendi çıkarlarına uygun bir Doğu manzarası üzerinde yoğunlaşırlar. Oradaki kültür, millet ve coğrafyaya dikkat vermezler. Yaptıkları uygulamalar ise zihinlerindeki manzarayı geçerli kılabilmek içindir.

Kuşkusuz bu değerlendirme tüm Batılılara mal edilemez. Fakat Ortadoğu’yu şekillendirmeye çalışanların çıkış noktasının bu olduğu anlaşılabilir. Onlar, Ortadoğu’yu başka türlü görmek istemiş, oradaki mevcut kültürü, geçmişi, gelenekleri ve etnik mimariyi bir kenara bırakarak oraya yeni bir dizayn vermeye çalışmışlardır.

Fakat elbette Ortadoğu’yu parçalama planları söz konusu olduğunda tüm suçu reelpolitik bir sistem üzerine işleyen Avrupa veya ABD’ye atmak çok mantıklı değildir. Reelpolitik, çıkış noktası bakımından çıkarcı ve kirli bir zihniyeti temsil eder ve şu anda bütün dünya ülkelerinin siyaseti bu kavram üzerine kuruludur. Batı ülkeleri de kuşkusuz bu menfaat beklentisiyle yola çıkmışlardır. Yöntem olarak tasvibi mümkün değildir; ama tüm dünya siyaseti dikkate alındığında suçu tek bir tarafa yıkmak gerçekçi olmamaktadır.

Ortadoğu Müslümanları “birlik ve barış” kavramlarını ayakta tutmalı, Batı ise barışçıl Müslümanların birlik ve beraberliğini teşvik etmelidir. Dünya, çıkar değil sevgi peşinde olduğunda kazançlı çıkar. Gerçekten barış ve huzur isteniyorsa Ortadoğu planları daima bunun üzerine olmalıdır.

Ortadoğu’nun Parçalanması Barışa Asla Katkı Sağlamaz

Batının hatası barış adına Ortadoğu’yu parçalamanın, çeşitli tehditlere karşı savunma amacıyla mezhepçi radikalleri teşvik etmenin bir felaket getireceğini öngörememesidir. Bölünmeler daima çatışmaları getirir. Dolayısıyla 2006’da “barış” adına çizilen yeni Ortadoğu haritası yalnızca Ortadoğu’da daha fazla kan akmasına sebep oldu. Peters’ın beklentilerinin aksine bu durum baskıcılık ve taassupları daha da arttırdı, radikalleri daha fanatik hale getirdi, etnik ve mezhepsel egoizmi besledi. Nitekim maddi ve     manevi açıdan dünyanın en zengin coğrafyası olan, hak peygamberlerin yaşadığı kutsal toprakların yer aldığı bu güzel coğrafya, adeta bir cehennem ortamına dönüştü. Çıkarcılık, egoizm ve sevgisizlik, bölgenin sıcacık insanlarını adeta felç etti, neşesini elinden aldı, huzurunu bozdu. Şiddet ve nefret üslubu, toplumlara yaşama sevinci yerine acıyı tattırır oldu. Kimi aşiret, örgüt ve partiler, kendi çıkarları uğruna güç sahibi oldukları bölgelerde en temel insan haklarını ihlal etmeye başladı. Rejimler halklarını değil, iktidarlarını düşünür hale geldiler. İnsana değil, maddiyata yatırım yapıldı. Paralar eğitime, sağlığa, sosyal yaşama, sanata değil, silahlara harcanır oldu. Emperyalizm, vahşi kapitalizm ve nefreti ön plana çıkaran diğer siyasi akımlar bölgeye ne bir barış getirdi, ne de mutluluk. Bölgeye gelen ülkeler de hep sevgisiz politikalara sarıldı. Sorunlar sevgi, muhabbet, hoşgörü ve karşılıklı anlayışla değil, sadece şiddetle çözülür hale geldi.

Aslında sadece Ortadoğu değil, Arakan, Keşmir, Irak, Afganistan, Doğu Türkistan, Pakistan ve Afrika ülkeleriyle birlikte tüm İslam coğrafyası büyük bir şiddet sarmalı içine girdi. Şu an örneklerini görmeye başladığımız şekilde bunun etkileri Batıya da sirayet etmekte gecikmeyecektir. Zihniyetlerin mesafe sorunu yoktur. Libya’da tetiklenen bir öfke selinin ABD’de zemin bulması günümüz teknolojisi ile son derece kolaydır. Batı dünyası ise bu şiddeti sonlandıracak bir siyasi yaklaşımdan çok uzaktır. Hatta kimi zaman birçok noktada karışıklıkları, kargaşayı ve çatışmanın taraflarını destekleyen politikalar da öne sürmektedir. Birbirleriyle kardeşlik ve dayanışma hukuku içerisinde yaşaması gereken Müslümanlar kendi içlerindeki ayrışma nedeniyle güçsüz ve zayıf bir durumdadırlar.

Diğer taraftan, darmadağın bir vaziyette olan Müslümanların bu hali, gözünü Ortadoğu’nun zenginliklerine dikmiş karanlık odakların da iştahını kabartmaktadır.

Ortadoğu’nun Model Ülkesi Türkiye’dir

İslam ülkeleri için en güzel model olacak örneklerden birisi hiç şüphesiz Türkiye’dir. Türkiye demokrasisi, köklü kültürünü birleştirici unsur olarak kullanması, istikrarlı ekonomisi ve sağ duyulu yaklaşımlarıyla Doğu ve Batı arasında köprü olmayı başarmıştır. Türkiye bir yandan AB, diğer taraftan Şangay üyeleriyle ikili ilişkilerini her zaman geliştirirken İslam ülkelerinin tümünü gözetip koruyan politikalara sahip olmuştur. Şii İran da Türkiye’nin kardeş ülkesidir. Aynı şekilde Vahabi Suudi Arabistan da kardeşimizdir. Sünni ülkeler de kardeşimiz ve müttefikimizdir. İnancı her ne olursa olsun Türkiye tüm İslam ülkeleriyle asgari müştereklerde yakınlık/ortaklık kurmayı hedeflemiştir. İşte bu ruh, Kurani bir ruhtur ve İslam Birliği’nin önünü açacak düşünce tarzını barındırmaktadır.

Allah’ın izniyle bu ruh herkesin gönlünde yer etmekte ve yayılmaktadır. Çok yakında da, inşaAllah İslam Birliği ile bu coğrafyayı altın bir çağ beklemektedir.

Kalıcı Barışın Sağlanması İçin Müslümanlar Bir An Önce Birlik Olmalı

Ortadoğu ülkeleri barış içinde yaşamayı, güçlü, eski günlerinden çok daha iyisine layık, özgür ve bağımsız olmayı özlemle beklemektedir. Bu ülkelerde daima huzur ve sevgi hakim olmalıdır. Elbette bu istek için güçlü olmak da zorunludur.

Güç denilince ordular, füzeler, silahlar, insan gücü veya maddiyat akla gelmemelidir. Dünyadaki en büyük güç kararlılıkla sevgi politikalarını isteyecek çok kaliteli bir toplumun varlığıdır. Birlik olmak, zorluklara ve saldırılara karşı topyekun karşılık verebilmek güçlü olmanın sırrıdır. Kalite, sanat, marifet ve birlik olmak en büyük silahtır. Sevgi toplumların en büyük silahı ve zenginliğidir.

Ortadoğu’da ülkeler durmadan bölünmeye doğru gitmektedir. En başta bu bölünmenin durdurulması gerekir. Bölünme mantığı yerine birlik ruhu bu coğrafyaya hakim olmalıdır.

Her bölünmeden sonra yeni yeni geçilmez sınırlar, aşılması imkansız setler inşa edilmektedir. Mayınlar döşenmekte, dikenli teller çekilmekte, duvarlar yükselmekte, hendekler kazılmaktadır. Oysa Ortadoğu’nun sevgi bağlarıyla sınırların kalkmasına ve alabildiğince özgürlüğe ihtiyacı vardır. Ortadoğu’da bir an önce sevgi ve hoşgörü politikalarının devreye girmesi gerekmektedir. Bu politikalar dünya çapında bir etki yaratacak, Ortadoğu’ya etki eden aktörlere de şiddet politikalarını terk ettirip ılımlı yeni politikalar bulmaya sevk edecektir.

İslam ülkelerinin en kısa zamanda Avrupa Birliği modelli bir birlik kurmasıyla insanların hayatına getireceği güzellikler çok fazladır. Bu birlik serbest dolaşımın olduğu, sınırların ortadan kalktığı, Kahire’den kalkan bir insanın Şam’a, İstanbul’a, Bakü’ye kadar kolayca gidebildiği, Beyrut’ta kahvaltı eden bir insanın akşam yemeğini Gazze’de yiyebildiği, Kudüs’ü ziyaret edip akabinde Yemen’e rahatlıkla gidebildiği bir huzur ve özgürlüğü sağlayan bir birlik olmalıdır.

Müslümanlar, en ileri adalet ve en ileri sanat anlayışına ve her yönden zengin bir kaliteye, kültüre sahip olmalıdır. Ortadoğu, “en azından” AB’nin kabul ettiği hukuk ve evrensel insan haklarıyla bezeli bir sosyal demokrasiye acilen kavuşmalıdır.

Şu çok iyi bilinmelidir ki, tüm bu zenginliklerin en güzel hali kutsal kitabımız Kuran’ı Kerim’de yer almaktadır. Dünyanın en iyi üniversitelerinden biri olarak kabul edilen Harvard Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Kütüphanesi’nin girişine Kuran-ı Kerim’deki Nisa Suresi’nin 135. ayetini asmıştır. İlgili ayet, şu şekildedir:

Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)

Bu ayet fakülte yönetimi tarafından ‘Adaletin, tarihteki en büyük anlatımlarından biri’ olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla Müslümanların yapması gereken, kendi özlerine, kendi inançlarına hiç olmadığı kadar sarılmalarıdır.

Dolayısıyla, böyle bir birlik, Batı’nın da, Doğu’nun da kabul edeceği şartlara sahip bir birlik olacağından herkesçe kabul görecektir. Birliğin kabulü de, tüm sorunların güçlü ve hızlı bir şekilde hallolmasına neden olacaktır. Ortadoğu konusunda çok önemli bir konu da Mehdiyet’le direkt bağlantısıdır.

Günümüzde artık hiçbir şey gizli-saklı kalmıyor. Büyük bir hızla gelişen teknoloji sayesinde ülkeler ve insanlar artık birbirlerine hiç olmadığı kadar yakın. Siyasi gelişmeler, yaşanan felaketler, savaşlar ve çekilen acılar dünya kamuoyuna anında yansıyor. Herkesin şahit olduğu bu vahim tablo vicdanları sızlatıyor. Acımasızlıklar, adaletsizlik, kin, öfke ve nefret toplumları adeta felç ediyor. İnsanlar sevgiye aç. Barışa, merhamete, muhabbete, şefkate olan özlem hiç olmadığı kadar fazla. İnsanlığın tüm gayreti de bu yöne doğru ilerliyor. Kolay olan yeryüzüne “barış ve sevgi” politikalarını hakim kılmak, zor olan ise nefret, kin, gaddarlık, acı, ızdırap, zulüm ve savaşlar içinde yaşamaktır.

Ortadoğu’yu Barışa Kavuşturacak Olan Kurtarıcı Hz. Mehdi (a.s.)’dır

20. yüzyılda Ortadoğu siyasetine damgasını vuran pek çok olay, Mehdiyet’e göre gelişmektedir.

1980 (Hicri 1400) itibariyle, hem Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hadislerinin, hem Kuran ayetlerinin işaretlerinin, hem büyük İslam alimlerinin açıklamalarının müjdelediği gibi, İslam alemi Hz. Mehdi (a.s.)’ın açık zuhurunu beklemeye başlamalıdır.

• Hz. Mehdi (a.s.) zamanında Asr-ı Saadette olduğu gibi KÜLLENMİŞ DUYGULAR BİR BİR TOMURCUKLANACAK, ÇİÇEK AÇACAKLARDIR. (el-Havi l’il-Fetava, s. 67, 68; Rahbavi, Kıyamet Alametleri, s. 162-163)

(HZ. MEHDİ (A.S.)) ALLAH’IN İZNİYLE TAŞ GİBİ KALPLERİ YUMUŞATABİLECEK, KÖMÜR GİBİ RUHLARI ELMASLAŞTIRABİLECEK, ölü ruhları imanın nuruyla diriltebilecek… (El-Kavlü’l-Muhtasır, s. 24; Şaban Döğen Mehdi ve Deccal, s. 194-195)

Hz. Mehdi (a.s.) herkese sevgi ve merhametle yaklaşacak, O’nun yanında tüm insanlar huzur ve sükun bulacaklardır. İnsanlar arasındaki kin, husumet, düşmanlık gibi duygular son bulacak, tüm yeryüzüne barış ve huzur hakim olacaktır.

KAP SU İLE DOLDUĞU GİBİ YERYÜZÜ BARIŞLA DOLACAKTIR. HİÇBİR KİMSE ARASINDA BİR DÜŞMANLIK KALMAYACAKTIR. Ve bütün düşmanlıklar, boğuşmalar, hasetleşmeler muhakkak kaybolup gidecektir. (Sahih-i Müslim, 1/136)

ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)’IN) ZAMANINDA KURTLA KOYUN BİRARADA OYNAYACAK, YILANLAR ÇOCUKLARA BİR ZARAR VERMEYECEKTİR… (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 43)

Ahir zamanda Ortadoğu’da oluk oluk akan kan burada yer alan ülkelerin deccalin etkisinde olmasındandır. Deccalin ahir zamanda Müslümanlara karşı kin ve nefreti doruk noktaya çıkacak, Müslüman alemi başta olmak üzere bütün insanlık tarihte görülmemiş bir zulüm sisteminin içine hapsedilecektir. Hadislerde de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ahir zamanda yaşanacak olan bu zulüm ortamını bizlere tarif etmektedir:

• … (O SIRADA) FİTNELER, KARIŞIKLIKLAR, İHTİLALLER ÇOK OLUR DA İNSANLAR BİRBİRLERİNİ ÖLDÜRÜRLER. İNSANLAR KENDİ CANLARINA KIYARLAR VE YERYÜZÜNÜ BELALAR KAPLAR. İŞTE ÖYLE SIKINTILI BİR ZAMANDA … MEL’UN (LANETLENMİŞ) DECCAL … ÇIKAR. (İmam Şarani, Ölüm, kıyamet, Ahiret ve Ahir zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 482)

Allah Hz. Mehdi (a.s.)’ı akan bu kanı durdurmak için gönderecektir. İnsanları şiddete, çatışmaya sürükleyen, birbirlerini adeta bir tür hayvan olarak görmelerine sebep olan, bencilliği, zalimliği, acımasızlığı telkin eden deccaliyetin dini Darwinizm’i ve materyalizmi tam anlamıyla susturacak olan Hz. Mehdi (a.s.)’dır. Bunu yaparken bilimi ve felsefeyi kullanacak, deccaliyeti kendi silahıyla etkisiz hale getirecektir.

Deccaliyetin tam anlamıyla susturulmasıyla, kavgaların, savaşların, çatışmaların, öfkenin ve kinin yerini, sevgi, şefkat, merhamet, huzur, barış, güven, kardeşlik ve dostluk alacaktır. Hz. Mehdi (a.s.) devrinde tüm silahlar yok edilecek, askeri giderlere yapılan harcamalara, bilime, sanata, teknolojiye ve insanlığın yararına olan diğer çalışmalara harcanacaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.),  Hz. Mehdi (a.s.) dönemindeki bu güzelliği bizlere 1400 sene önce şu şekilde haber vermiştir:

• DÜŞMANLIK VE KİNİ DE KALDIRACAKTIR… KAP SU İLE DOLDUĞU GİBİ YERYÜZÜ BARIŞLA DOLACAKTIR. DİN BİRLİĞİ DE OLACAK, ARTIK ALLAH’TAN BAŞKASINA TAPILMAYACAKTIR. SAVAŞ DA AĞIRLIKLARINI BIRAKACAK. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/334)

• … O ZAMAN (Hz. Mehdi (a.s.) döneminde), YER VE GÖK EHLİ, BÜTÜN YABANİ HAYVANLAR, KUŞLAR, HATTA DENİZDEKİ BALIKLAR BİLE ONUN HİLAFETİYLE (manevi liderliğiyle) SEVİNECEKLERDİR… (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 31)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here