✓ Açık denizlere küçük bir tekneyle açılan yüzlerce aç, susuz insan…
✓ Bir nehri ya da dikenli telleri geçmek pahasına verilen canlar…
✓ Bir ülkeye ulaşıp tam kurtulduk dedikleri anda karşılaştıkları küçük düşürücü muameleler…
✓ Zorlu yaşam koşullarından kurtulup insani bir hayat yaşamak için ölümü göze alan mülteciler dünyadaki en önemli sorunlar arasında yer alıyor…
Peki bu sorun nasıl çözülür?
Mülteciler dili, dini, siyasi düşünceleri farklı olduğu için veya belirli bir toplumsal gruba üye olmaları sebebiyle zulüm gören ve ülkelerinden ayrılmak zorunda bırakılan kişiler olarak tanımlanır. Yaşadıkları yerlerdeki geçim zorlukları güvenlik endişesi ile birleşince, insanlar daha müreffeh, daha güvenli gördükleri yerlere göçüp buralarda yaşamak isterler. Çoğu zaman bu göç ülke içlerinde yaşanır, ancak Arap baharı ve küresel kriz gibi faktörler bu göçlerin giderek daha fazla miktarda sınır aşırı olmasına yol açıyor. Bu insanlar korkuları nedeniyle ülkelerine geri dönmek istemiyorlar.
Çatışma bölgelerinden kaçan insanların sayısı her geçen gün daha da artmakta. Suriye, Afganistan, Pakistan, Somali, Sudan, Kenya, Afrika ve Burma mülteci sorununun en yoğun olarak yaşandığı ülkelerdir.
İspanya, Malta ve İtalya Kuzey Afrika’dan, Yunanistan Ege Denizi ve Trakya’dan, Almanya ise Balkanlardan çok sayıda göçe maruz kalıyor. Türkiye ise Suriye ve Irak’tan rekor seviyede göç almış durumda. Türkiye; İspanya, İtalya, Yunanistan ve Almanya’dan daha az gelişmiş olmasına karşın mültecileri reddetmiyor ve onlara çok daha iyi imkanlar sunuyor. Ancak özellikle Avrupa ülkelerinin son zamanlarda mültecilere karşı tavrı değişmeye başladı. Avrupa ülkeleri mültecilere insan haklarını ihlal eden bir tavır sergilemekte..
Dünyanın Gerçek Hastalığı Sevgisizliktir
Egoizmin, nefretin ve çatışmaların arkasında yoğun bir sevgisizlik vardır. Farklı ırk, mezhep ve inançtan diye başka toplumlarla anlaşamamanın, kavgaların ve çekememezliğin arkasında da sevgisizlik vardır. Yeryüzü artık sevgi ve adaletle hükmedip kan akıtmayacak, akan kanı durduracak sevgi sahiplerini bekliyor. Allah en kısa zamanda insanlığı sevginin hakim olduğu güzel günlere ulaştırsın inşaAllah.
AB Neden Mültecileri İstemiyor?
Avrupa’ya ulaşmak için on binlerce kişi gemi ya da kara yoluyla çetin yolculuklara çıkarak hayatlarını riske ediyor. Uluslararası Af Örgütü’nün araştırması, onların önce Büyük Kale Avrupa’nın barikatlarını aşması gerektiğini ortaya koyuyor. Birçoğu polis ve sahil güvenlik tarafından şiddetle geri püskürtülüyor veya acınası koşullarda haftalarca alıkonuluyor. Gemi yolu ile Avrupa’ya ulaşmaya çalışan mültecilere yönelik “geri-itme” operasyonu uygulanıyor. Bu operasyonlar son derece insanlık dışı olabiliyor. Örneğin raporda, bir mültecinin Yunanistan görevlileri hakkındaki: “Gemide bütün erkekleri yere yatırdılar; üzerimize bastılar ve üç saat boyunca silahlarıyla bize vurdular. Sonra sabah 10.00 civarında, motoru söktükten sonra bizi plastik botumuza geri koydular ve Türk sularına bizi geri götürüp denizin ortasında bıraktılar” sözlerine yer verildi.
Rapora göre, Suriye’deki iç savaştan kaçan 2.3 milyon savunmasız mültecinin 12.000’ini kabul eden Avrupa bütün mültecilerin yalnızca 0.5’ine kapılarını açmış oluyor. Asıl önemli nokta ise 10.000 mülteciye sığınma hakkı veren Almanya bu listeden çıkarıldığında geri kalan 27 AB ülkesi toplamda 2.340 mülteciyi kabul etmiş durumda. Uluslararası Af Örgütü’nün hazırladığı “Büyük Kale Avrupa: Suriyeli mülteci utancı ortaya çıktı” raporunun çarpıcı kısımları ise şöyle:
Suriyeli mültecilere, Fransa 500, İspanya ise yalnızca 30 yer ayırırken, 18 AB üyesi devlet -Birleşik Krallık ve İtalya da dahil- hiç yer teklif etmedi. Bugüne kadar 55.000 mülteci Avrupa’ya ulaşıp sığınma talep etmeyi başarırken bu sayı yalnızca toplam mülteci sayısının 2,4’ünü oluşturuyor. Uluslararası Af Örgütü’nün raporunda yer alan bir başka eleştiri noktası da 2012 yılında Avrupa’da mültecilere yönelik insan hakları ihlallerinin yaşanmasına ve uygulanan sınır politikalarına rağmen Avrupa Birliği’nin Nobel Barış ödülünü alması. Nobel Komitesi Başkanı Thorbjoern Jagland, Avrupa Birliği’nin 60 yılı aşkın süredir insan haklarına, demokrasiye ve barışa olan katkılarından dolayı Nobel Barış Ödülüne layık görüldüğünü belirtmişti.
Görünen o ki, insan haklarını, özgürlüğü, barışı ve demokrasiyi savunan Avrupa, kendi ülkelerinde yaşama hakkı bulamayan bu insanlara özgür ve güvenli bir yaşam imkanı sağlamaktan çekiniyor. Peki Avrupa Birliği yaşanan bu insanlık dramlarına karşı neden bu kadar duyarsız? Yaşam mücadelesi vererek sığınma talebiyle gelen insanlara karşı neden sırt çeviriyor, neden korkuyor?
Bu korkuyu geliştiren en önemli sebep, Müslümanlığın Ortadoğu’da ve birçok ülkede gerçek haliyle yaşanmıyor olması. İslam dini gerçekte Avrupalı toplumların çok rahat edeceği, demokrasinin, özgürlüklerin en ileri anlayışına sahiptir. Ancak İslam’ın özünden uzaklaşıp dini, bağnaz anlayışla yaşayan çevreler tarafından İslam insanlara, tutucu, bağnaz, hayatı kısıtlayıcı, tüm güzelliklere, estetiğe, sanata, neredeyse yaşamın kendisine karşı bir inanç gibi empoze ediliyor. Bu sebeple İslamiyet’in, özgürlükleri, modernliği, müzik, heykel, resim, tiyatro gibi sanat dallarını ve demokratik bir yaşam tarzını kısıtladığı sanılıyor. Dolayısıyla kendilerini sanatın ve demokrasinin lideri konumunda gören Avrupa ile, İslam’ı onlara yanlış tanıtan bu anlayışın taban tabana zıt olması, yaşanan bu korkuyu güçlendiriyor.
Bu korkuyu engellemek de Müslümanların elinde. İslam’da asla yeri olmayan bağnazlığa bir an önce son vermeleri ve İslam’ın özünü yaşamaları gerekiyor. Avrupa’da çizilen yanlış imajı ancak bu şekilde kırabiliriz. Müslümanlar son derece modern, kültürlü, kaliteli ve eğitimli olduklarında, estetiğe ve sanata önem verdiklerinde, Avrupa’nın duyduğu korku da yok olur.
Ancak her ne sebeple olursa olsun, AB’nin bu kadar refah içinde yaşarken, tüm yaşananlara gözünü kapaması kabul edilemez. Bu yaptıkları tamamen insan hakları ihlalidir. Eğer hakların savunucusu olduklarını iddia ediyorlarsa, ona göre davranmamalılar.
Mültecilerin Yaşadıkları Ülkelerde Karşılaştıkları Sorunlar
Suriye’deki iç savaşta yaşanan zorunlu göç, Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’nün (BMMYK-UNHCR) tarihinde gördüğü en büyük göç hareketi olarak değerlendiriliyor. Savaştan önce 22 milyon nüfusu olan Suriye’de neredeyse nüfusun yarısı zorunlu göçe maruz kaldı. Yerinden edilen Suriyelilerin yüzde 75’i kadın ve çocuklardan oluşuyor. Suriyelilerin büyük çoğunluğu ülke içerisinde yer değiştirirken 2 buçuk milyon Suriyelinin %97’si komşu ülkelere sığındı.
Afganlılar da dünyadaki en büyük mülteci grubunu oluşturmaktadır. Afgan mültecilerin yüzde 95’i Pakistan ve İran gibi komşu ülkelere sığınmıştır. Dünyadaki her dört mülteciden biri Afgan. Afganistan’ı Somali ve Irak izler. Lübnan’da ise BM’e kayıtlı 450 bin mülteci yaşar. Toplama kampına benzer 12 yerleşkede yaşayan Lübnan’daki mülteciler yoksulluk içinde varlıklarını sürdürmeye çalışırlar. Temel hakları reddedilmiş ve sembolik anlamda bile siyasi haklardan yoksundurlar.
Lübnan’daki mültecilerin çoğu, 1947-48 yılları arasında Filistin’den sürülmüştü. 66 yıldan bu yana bu insanlar, hala vatandaşlık hakkına sahip değiller ve mülteci olarak yaşıyorlar. Doğu Türkistan’daki Kızıl Çin zulmünden kaçan Müslüman Uygur Türkleri, Myanmar yönetiminin baskısı altında vatandaşlık hakları ellerinden alınan Arakanlılar ve daha onlarca bölgede yüzbinleri bulan mülteciler hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Bu tablo dünyada yardıma muhtaç insanların nasıl zor şartlar içerisinde yaşadıklarının kısa bir özetidir. Hiç düşündünüz mü bu insanlar canları pahasına ellerindeki tüm parayı insan tacirlerine vererek neden böyle tehlikeli bir yolculuğa çıkmaya karar veriyorlar?
Yardım Etmenin, Sahiplenme Ruhunun Kamil İman Üzerindeki Etkisi
Mültecilere yardım insanın nefsindeki cimri ve bencil tutkulardan arınmasına vesile olur. Dolayısıyla Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında olduğu gibi mültecilere yardım edenler ve onlara maddi manevi çeşitli imkanlar sunanların Allah’ın izniyle imanları sağlamlaşmış ve ahlakları olgunlaşmıştır.
Bu nedenle mültecilere yardım her şeyden önce imanda derinleşmek, kamil imana kavuşmak için önemli bir vesiledir. Allah Kuran’da bu üstün ahlakı şöyle haber vermektedir:
“Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenler (çaba harcayanlar) ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiçbir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak, sizlerle onlar arasında anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı görendir.” (Enfal Suresi, 72)
Mültecilerin Yaşamlarından Herkes Sorumludur
Dünyanın çeşitli yerlerindeki insanların başka ülkelere göç etmesinin ve mülteci konumuna düşmesinin tek sebebi var; ölüm korkusu. Afganistan’da, Yemen’de, Suriye’de, Arakan’da yaşayan bu insanlar her an öldürülme tehlikesiyle karşı karşıyalar. Bu nedenle çoğu zaman sonu ölümle biten bu tehlikeli yola belki kurtulurlar ümidiyle çıkıyorlar. Bu insanların başka çareleri olmadığı için burada öncelikli yapılması gereken devletlerin mülteci politikalarını ciddi anlamda gözden geçirmeleri. Özellikle Avrupa ülkeleri, mülteci sorununu görmezden gelmekten bir an evvel vazgeçip, Afgan, Afrikalı, Suriyeli “hangi ülke vatandaşı olursa olsun her insanın hayatı değerlidir” fikriyle hareket etmelidir.
Hali hazırda olduğu gibi çözüm arayışında öncelikli hedef mültecilerin geliş yollarını kapatmak değil, bilakis gelişleri esnasında canlarının tehlikede olmaması için tedbirler almak olmalıdır. Çünkü sadece geçen sene 3 bin 500’den fazla insan Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya deniz yoluyla geçmeye çalışırken hayatını kaybetti. Manşetlerde yer alan detaylar ise kan dondurucu…
Küçücük teknelerle batma tehlikesi olduğu halde denize açılan yüzlerce kişi… İnsan kaçakçılarının, mültecilerin parasını aldıktan sonra kasten batırdıkları tekneler…
Mültecilerin kurtarılma ihtimalini engellemek için kasten telsiz ve radarları sökülen tekneler…
Her yıl Akdeniz’i geçmeye çalışırken yüzlerce kişi ölüyor. Geçtiğimiz Ekim ayında üç gemi Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya geçmeye çalışırken battığında 650 kadar mülteci ve göçmenin öldüğü tahmin ediliyor, bu kaçış ve can kayıpları hala devam ediyor.
16 Şubat 2015 günü İtalya’nın Lampedusa Adası’nın 120 mil güneyinde, Libya’nın başkenti Trablus’un 30-50 mil açığında 12 kaçak göçmen teknesinden gelen yardım sinyalleri gözleri yeniden mülteci sorununa çevirdi. Sahil güvenlik ekiplerinin yardımıyla içlerinde çok sıyada kadın ve çocuğun da bulunduğu tam 2 bin 100 göçmen ölümden son anda kurtarıldı.
Hatırlanacağı gibi 2013 yılı Ekim ayında yine aynı bölgede İtalya’nın Lampedusa Adası açıklarında iptidai bir mülteci gemisinin batması nedeniyle 363 mülteci hayatını kaybetmişti. Bu felaket tablosu karşısında uluslararası kamuoyunun da baskısıyla Mare Nostrum adlı kurtarma misyonu kuruldu. Ancak İtalya, bu kurtarma operasyonları sırasında her ay 10 milyon Euro harcama yapmak zorunda kaldığı ve AB ülkelerinden de bu konuda destek alamadığı gerekçesiyle bu misyonu sonlandırmıştı. Oysa, o dönemde bu misyon sayesinde 100 binin üzerinde mültecinin hayatının kurtarıldığı açıklanmıştı.
Bunun yerine kurulan daha düşük bütçeli Triton misyonu ise mültecileri kurtarmaktan çok mültecilerin Avrupa Birliği ülkelerine girişine engel olup, onların geldikleri ülkeye geri gönderilmelerini sağladı. Bu noktada vicdani bir sorumluluk taşıyan İtalya’da, başta başbakan Renzi olmak üzere pek çok siyasetçi, mültecilere yardım konusunda yalnız bırakıldıkları için AB ülkelerini sorumluluğu birlikte üstlenmeye davet etti.
Lampedusa kentinin belediye başkanı Giusa Nicolini: “Avrupa’nın bizi yalnız bıraktığı hissine kapılıyoruz. Hükümetin yeni bir insanî misyonla Akdeniz’de boy göstermesi gerekiyor. Örneğin son olayda mülteciler denizde kurtarıldıktan sonra, Lampedusa’nın oldukça güney bölgelerinde devriye gezen Mare Nostrum misyonuna bağlı gemilere getirilebilselerdi, donarak ölmemiş olacaklardı. Eğer burada hedef, sağ mülteciden çok ölü mülteci kurtarmak ise o zaman amaçlarına ulaştılar demektir.”
Pro Asyl adlı mülteci örgütünden Karl Kopp ise bu durumu şöyle anlatıyor:
“Mare Nostrum, Avrupa deniz kurtarma misyonunun tamamen bir acil kurtarma önlemiydi. Ancak Avrupa bilinçli bir biçimde deniz kurtarma faaliyetlerinden çekildi. Triton misyonu ise sadece küçük bir alanda ağır ilerleyen gemilerle çalışabiliyor. Bu durumda Akdeniz’de kitlesel ölümler bilerek göze alınmış oluyor. AB bilinçli bir biçimde bu ölümlere göz yumarak mültecilere bir anlamda gözdağı veriyor ve böylece daha fazla sayıda mültecinin Avrupa’ya gelmesinin önüne geçmiş oluyor. Eğer kurtarma misyonları AB’nin finansman sorunlarına takılıyorsa, o zaman Brüksel’deki sorumluların bir insanın ne kadar değeri olduğu sorusunu cevaplamaları gerekir.”
Sayın Adnan Oktar: “Suriyeli Mültecilere ‘Gidin’ Demek Onları Ölüme Terk Etmek Olur”
“Ölüm korkusuyla öldürülmekten korkarak kaçan, can havliyle evini barkını terk eden insanlar var. Bu insanlar normal yaşıyorlardı. Fakir filan değillerdi. Normal hayatları vardı. Ama bu belanın etkisiyle kaçıp geldiler. Bu böyle olmaz. Olmuş bir kere gelmiş misafirler. Böyle bir savaş da olmuş. Başka türlü hareket edemeyiz biz. Mesela biz yolda giderken Allah vermesin bir insan yaralı oluyor, kan revan içinde. Şimdi sen arabadan inip yardım ediyorsun. Yeni takım elbisen var ama kan revan içinde kalıyor. Beraber hastaneye gidiyorsun. Polis seni göz altına alıyor. Adam hakkında bilgi alacaklar çünkü. Sen de acilde sabaha kadar bekliyorsun adama ne olacak diye. Bu Allah rızası için yapılır. Tamam başına birçok şey gelmiş oluyor. Zorlukla karşılaşmış oluyorsun. Ama sen olsan sana ne yapılmasını istersin? Aynısının yapılmasını istersin. İşte orada onu yapıyoruz. Bunu kabul edeceğiz. Öyle olmaz. Mesela yerde kan revan içinde biri var ama dönüp, gidiyor. Şimdi bu olur mu? “Bana ne” denir mi hiç? Ne kadar korkunç bir ahlak bu. İnsan nasıl uyuyacak? Allah vermesin Suriyeli kardeşlerimize dense ki “Ülkenize gidin. İki milyon kişi bize dert oldunuz. Sizinle mi uğraşacağız? Yiyeceğimizi aldınız. İmkanlarımızı aldınız. Bıktık usandık sizden gidin.” Allah esirgesin. Mültecileri geri gönderdik diyelim ve varil bombalarıyla veya başka şekilde onları mahvettiler, öldürdüler. Allah vermesin insan nasıl rahat yemek yer, nasıl rahat yaşar, nasıl uyur? Bölgede çok vahim bir olay var. Büyük bir bela var. Onun doğal sonucu bunlar ve biz bu misafirleri mahcup etmeyelim. Bir misafirin en çekindiği şey “acaba yük mü oluyorum?” diye düşünmesidir. “Ayıp mı yapıyorum yük mü oluyorum?” diye düşünür. Onu rahatlatmak ev sahibinin görevidir. Nezakettir bu.
“Olur mu hiç öyle, sen Allah misafirisin. Bereketinle geldin, biz senden memnunuz. Öyle birşey yok. Sakın öyle düşünme. Benim malım mülküm senin. Kardeşimizsin” deyip rahatlatılması lazım misafirlerin. Mesela Ensar- Muhacir nasıldı? Kuran’da nasıl övülüyor Cenab-ı Allah tarafından. Aynısını yapmamız gerekiyor.” (16 Kasım 2014, A9TV)
Mülteci Sorununun Çözülmesi İçin Alınması Gereken Tedbirler
Bir insanın hayatı paha biçilmezdir. Bu nedenle AB ülkeleri Triton misyonundan bir an evvel dönüp mültecileri ölümden kurtarmak için Mare Nostrum misyonunu daha da genişletecek operasyonları devreye sokmalıdır. Avrupa’nın merkezinde her ay göz göre göre yüzlerce kişinin ölümüne göz yumulması insan hakları öncüsü kabul edilen AB ülkelerinin misyonuna tamamen ters düşmektedir.
Bir diğer çözüm yolu ise Malta gibi küçük ülkelerin diğer AB ülkelerince desteklenmesidir. AB göçmenler için insan onuruna yaraşır konaklama yerlerini finanse etmeli, gözetim evleri açmalıdır. Göçmenlerin içindeki kadınlar, çocuklar ve bakıma muhtaçlar, insani kriterlere uygun biçimde AB ülkelerine dağıtmalıdır. Ayrıca mültecilere sınırlarını kapatmak yerine, denetimli yasal geçiş yolları açılmalıdır. Bu sayede her yıl yüzlerce insanın açık denizleri ya da nehirleri geçerken ölmelerinin önüne geçilebilir. Ayrıca mülteciler hakkında yapılan ilk iş onları hapse atmak olmamalıdır. Bunun için de mevzuatların ve yasaların değiştirilmesi gerekir. Ancak sorunun kökten çözümü, bu gibi maddi tedbirlerin manevi eğitimle güçlendirilmesiyle mümkündür. Sadece kendi rahatını, kendi huzurunu düşünen bencil ahlakın, paylaşmayı, fedakarlığı temel alan, insanlara sevgi ve şefkatle yaklaşan bir bakış açısıyla değiştirilmesi gerekir. Bunun için de hem devlete, hem sivil toplum kuruluşlarına hem de medyaya çok büyük bir görev düşmektedir. Çok yönlü bir kampanyayla sevgi ve yardımlaşma ahlakını diriltmek mülteci sorununu çözmede en önemli adım olacaktır.
Dünya kamuoyu da mültecilerin bunca acısına şahit olurken, zorda ve darda olan bu insanların yardımına yetişemeyecek kadar yetersiz bir durumda kalmamalıdır. Nitekim geçtiğimiz günlerde bir rapor daha açıklandı. BM Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nun gıda israfıyla mücadeledeki önemli isimlerinden Prof. Per Pinstrup-Andersen, Avrupa’da her yıl 100 milyon ton gıdanın çöpe gittiğini belirtti. FAO’nun en iyimser tahminlerine göre dünya çapında üretilen gıdanın üçte biri yenmeden önce ya kaybediliyor ya da israf ediliyor.
Sonuçta bu veriler, dünyada 7 milyar insanı doyuracak yiyecek kaynaklarının olduğunu bize göstermektedir. O halde, ilk etapta bu kaynakların ihtiyacı olan coğrafyalara el birliği ile ulaştırılması, ardından da yeryüzünde hiçbir insanın aç ve açıkta kalmaması için çalışacak sistemlerin kurulması en aciliyetli konudur.
Yiyecek israfı konunun sadece bir yönüdür. Asıl en büyük israf, savaşmak için yapılan silahlar, şehirleri yıkmak için üretilen bombalardır. Yeryüzünde sevgi şu an adeta hapsedildiği için ülkeler çılgınca silahlanmaya çalışıyor. Nefret ise sadece yıkım ve yeni acılar getiriyor. Her türlü israf önlendiğinde, malı, Allah rızası için, bir ibadet olarak insanlara dağıtan mekanizmalar kurulduğunda bu sorunlar ortadan kalkacaktır.
Mülteci Sorununun Çözümünde Kurulacak İslam Birliği’nin Önemi
Bulundukları yerlerdeki zorluklardan dolayı yer değiştirmek zorunda kalan insanların ilk ihtiyacı, rahat edebilecekleri ülkelere serbest giriş ve serbest dolaşım hakkıdır. Bu şekilde uzun yolculuklardan sonra bir de sınır kapılarında beklemek zorunda kalmayacaklar ve en azından yolculuklarının ilk adımı kolaylaşacaktır.
Bu sorunu çözmek ve Orta Doğu’da giderek büyüyen mülteci sorununa bir çözüm olması amacıyla öncelikle Müslüman devletlerin Avrupa Birliği’ni andıran bir birlik kurması acildir. Birbirlerine Avrupa Birliği’ndeki gibi serbest dolaşım hakkı tanıyacak olan ülkelerin vatandaşları bu şekilde zor bir durum oluştuğunda kolay bir çıkış yolu ve bir insani koridor bulabileceklerdir. Bu durumda eş vatandaşlık hakkı, vizesiz çalışma hakkı gibi mültecileri kısıtlayan ve hayatlarına insani koşullarda devam etmelerine engel olan olumsuzluklar da aynı anda ortadan kalkacak ve vicdan sahibi herkesin rahatsızlıkla seyrettiği bu duruma bir yönüyle çözüm sunulabilecektir.
Sadece mültecilerin yaşam şekillerinin iyileştirilerek daha insani bir aşamaya getirilmesi için bile baktığımızda, Orta Doğu’nun kendi birliğine muhtaç olduğunu görüyoruz. Uzun politik ve bürokratik yolların dışına çıkılıp bu acil durumun hızlı çözümü için, inançlı veya inançsız her insanın; özgürlük ve eşitlik ilkelerini savunan her bireyin birlik çağrısı yapması elzemdir.