Tarihte dönem dönem ortaya çıkan ve her seferinde hüsranla sonuçlanan “Arap ırkçılığı” ve etnik temelli “Arap milliyetçiliği”nin günümüzde yeniden canlandırılmaya çalışıldığını görüyoruz.
Bilindiği gibi Arap ırkçılığının kökenleri Emeviler dönemine kadar uzanır. Arapları üstün ırk ilan eden Emeviler, hakimiyet bölgesindeki Türk, Acem, Berberi, Hindu gibi kavimleri de “mevali” yani “köle, aşağı ırk” olarak tanımlamışlardı. Arap olmayan gayrı Müslim hatta Müslüman kavimleri küçümseyen ve dışlayan, Arap ırkçılığına dayalı politikaları Emevi İmparatorluğu’nun en büyük çöküş nedenlerinden biri oldu.
Yakın tarihe geçecek olursak… 19. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da gelişen radikal milliyetçi görüşler Araplar arasında da taraftar buldu ve Osmanlı’ya karşı ayaklanmalar da bu şekilde başladı. Bu bölgeyi etkileri altına almak isteyen Batılı güçlerin etkisiyle gelişen radikal milliyetçilik Osmanlı’ya ait birçok Arap vilayetinin İmparatorluktan kopmasıyla sonuçlandı.
Yine, aralarında birleşerek 1948’de İsrail’e savaş açan Arap Birliği üyeleri, ciddi bir yenilgiye uğrayarak İsrail’in bölgedeki hakimiyet alanını %56’dan %78’e çıkarmasına ve 700.000 Filistinlinin yurtlarını terk edip komşu ülkelere mülteci olarak sığınmasına neden oldu.
Bunu takip eden dönemde, Mısır’da askeri bir darbeyle Kralı devirerek başa gelen Cemal Abdül Nasır, İsrail ve Batı düşmanlığını, Filistin sorununu bahane ederek yeni bir Arap milliyetçiliği dalgasının temellerini attı. Arapların üstünlüğü felsefesine dayalı Nasır’ın Pan-Arap sosyalizmi Arap ülkelerinde milyonlarca taraftar topladı. Filistin sorununu ırkçı bir mesele haline dönüştüren Nasır, Arapları İsrail’e karşı birleştirdi. Ancak tüm bunların ardından 1967’de Mısır’ın, Suriye ve Ürdün’le birlikte İsrail’le yaptığı 6 gün savaşındaki ağır yenilgi Pan-Arap ideolojisinin büyük bir hezimeti oldu.
Ancak, Nasır’ınkine benzer Arap milliyetçiliği modelleri Irak ve Suriye’deki sosyalist Baas rejimleriyle ve kısmen de Libya’da devam ettirildi. Arap ırkçılığının son temsilcilerinden, Arap dünyasının önderliğine oynayan Saddam Hüseyin’in Irak’ta Arap olmayan azınlıklara yönelik işkence ve katliamları tarihe geçti. Saddam, kendisi gibi Sünni Müslüman olan Kürtleri de katletti. Çünkü Arap değillerdi. Ne var ki onun bu insanlık dışı uygulamaları Arap dünyası tarafından önemli bir itirazla karşılaşmadı. Bugün ise ırkçı Baas zihniyetinin Suriye ve Irak’ı getirdiği durum ortada.
İlginç olan yukarıda kısa başlıklarla hatırlattığımız gibi, “Arap ırkçılığı”nın tarih boyu başarısız olmuş, hezimete uğramış bir ideoloji olmasına rağmen günümüzde halen Arap dünyasında yer bulmaya devam etmesidir.
Arap dünyasının büyük bölümünde Arap ırkçılığının ve radikal Arap milliyetçiliğinin hala etkili bir ideoloji olduğu pek çok somut örnekle ortada:
– İsrail’deki Filistinliler’in hakları için tepki gösteriyormuş gibi davranan Arap dünyası, on yıllardır Lübnan’da mülteci kamplarında sefalet içinde yaşayan ve vatandaşlık hakkı verilmeyen Filistinli mültecilerin uğradığı haksızlıklara hiç seslerini çıkarmıyorlar. Çünkü Arapların yaptığı haksızlık ve zulümler, Araplar için bir sorun teşkil etmiyor.
– İslam aleminin bir çok yerinde acılar yaşanıyorken, İslam Birliği’ni tesis temek yerine sadece Arapları esas alan Arap Ligi’ni kurmayı esas alıp, Arap olmayan Müslümanların yaşadıklarını ise (Doğu Türkistanlı, Roghinya Müslümanları gibi) gündeme dahi getirmiyor, hatta bir kısmını düşman olarak görüyorlar.
– Bölgedeki ihtilaf ve çatışmalar gerçekte –çoğu zaman- mezhepsel değil ırkçı nedenlere dayalı. Arapların İran’la olan çatışmaları da aslında Şii olduklarından değil Fars olmalarından kaynaklanıyor. Örneğin Bahreyn, %80’i Şii olmasına rağmen, İran’dan Arap olmadığı için hiç hoşlanmıyor ve Arap Birliği içinde yer alıyor. İran-Irak savaşı da gerçekte bir Sünni-Şii savaşından çok bir Arap-Fars savaşıydı.
– Benzer şekilde, Mısır’da da Sünni ve Şiiler iç içe yaşamaya alışıklar. Araplar tarafından otorite kabul edilen El Ezher de ilk olarak Şiiler tarafından kuruldu. Mısır’da bir çok yerde Şiilere ait kutsal bölgeler var. Kısaca Sünni Arapların Şii Araplarla çoğunlukla sorunu yok. Ancak söz konusu İran olunca Mısır “Persler” diyerek ırkçı bir yaklaşımla bu kavmi dışlayabiliyor. Aynı ırkçı ve ayrılıkçı tavrı, çoğunluğu sünni Müslüman olmasına rağmen, Türklere karşı da gösteriyor.
– Diğer yandan, Sünnilerin büyük kısmının inanışına göre Vahabilik sapkın bir akım olarak görülmesine rağmen Sünni Araplar ırk dayanışması nedeniyle Vahabi Suudluların etrafında birleşebiliyor.
– Körfez ülkelerinde bazı kesimler ise kendilerini, Arap Birliği’nde olmalarına rağmen saf kan Arap olmadıkları için Kuzey Afrika ülkelerinden üstün görüyorlar. Bu nedenle bu ülkelei, yerine göre kendi içlerinde Arap Birliği’nden daha ayrıcalıklı, özel bir birlik şeklinde hareket ediyor. Ekonomik kararları birlikte alıyor. Ortak para birimi, ortak ordu gibi alanlarda birleşmek istiyorlar.
– Körfez ülkeleri Müslüman kanı akıtmak için kullanılacak ABD ve İsrail üslerinin kendi topraklarında kurulmasına izin veriyor. İsrail ordusunun petrol ihtiyacını da çoğunlukla Körfez ülkeleri sağlıyor. Ancak Müslüman bir ülke olmasına rağmen İran’dan ırkçı nedenlerden ötürü adeta nefret ediliyor. Bir İsrail-İran savaşı çıkması durumunda herhangi bir Arap devletinin İran’a destek vermesi hayal dahi edilemezken, gerçekte Kuran’a uygun olmayan, yanlış bir bakış açısıyla nefret ettikleri İsrail’e destek vermeleri bile daha çok ihtimal dahilinde.
Örnekleri çoğaltmak mümkün…
Görüldüğü gibi, tarih boyunca faydadan çok kat kat zarar getirmiş ırkçı zihniyet Arap dünyasına hala etkin durumda. Oysa, neredeyse tamamı Müslüman olan bu ülkelerin Kuran’la, Peygamberimiz (sav)’in hadisleriyle bütünüyle çelişen böyle çarpık bir anlayışı savunmaları ve uygulamaları kendi içinde çok büyük bir tutarsızlıktır. Üstelik Ortadoğu gibi iç içe geçmiş onlarca etnik kökenin yaşadığı bir coğrafyada, saf ırktan bahsetmek teknik olarak mümkün de değildir. Kapsamlı bir genetik çalışma yapılma imkanı olsa, ne saf Arap ne saf Türk ne saf Pers ne saf Kürt diye bir şey olmadığı görülecektir.
Bir insanı kanına, taşıdığı genetik özelliklere göre değerli ya da değersiz görmek, ırka dayalı dayanışma anlayışı geliştirmek kuşkusuz vicdansız ve akılsız bir tutumdur. Bölgenin ihtiyacı olan Kuran ahlakına dayalı, her insana her kültüre değer veren bir dostluk ve kardeşlik ruhudur. Irk, soy, kabile temeline dayalı birlikler ise her zaman yıkılmaya ve dağılmaya mahkumdur.
http://newsrescue.com/racism-does-not-bring-any-benefit-to-either-the-arab-or-the-islamic-world