Geçtiğimiz haftalarda, sosyal medyada sıkça paylaşılan bir fotoğraf tüm dünyayı şoke etti. Bir Türk asker, Suriyeli mülteci minik Aylan’ın Bodrum sahiline vurmuş cansız bedenini bulduğunda tüm dünya derinden sarsıldı. Suriye’deki savaşa kayıtsız kalan ve bu dehşet ortamından kaçan Suriyelilerin yaşadığı zorlukları görmezden gelen birçok kişi ve hükümet nihayet bu trajik durumun farkına varabildi. Aylan, insaniyetin sembolü olmuş, herkes bu minik çocuğu kendi evladının yerine koyarak durumu değerlendirmişti. Büyük yankı uyandıran bu sevimli çocuğun kıyıda yatan cansız bedeni insanların hafızlarına kazınmış, mültecilerin taleplerini görmezden gelen hükümet yetkileri dahi gözyaşları içinde ve alkışlarla Suriyeli mültecileri ülkelerine kabul ettiklerini açıklamışlardı. Bu acı olay elbette hiç kimsenin isteyeceği bir şey olmamakla birlikte, kıyıda yatan sevimli Aylan yaşadığımız bu acımasız dünyada merhametin ve insaniyetin hala var olduğunu gözler önüne serdiği için önemlidir.
Komşu ülkelerdeki koşullar
Suriye’deki savaştan kaçanların yüzde 95’i üç komşu ülkeye sığındı; Türkiye, Lübnan ve Ürdün. Üç ülke de ekonomik bakımdan pek zengin olmasalar da ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmanın dini ve insani bir sorumluluk olduğunu bilerek mültecilere kucak açtılar. Ancak savaş giderek kızıştığından, binlerce kişi Suriye’yi terk etmeye devam ediyor. Burada unutulmaması gereken şudur; komşu ülkelere sığınan mültecilerin sorunları sadece savaştan kaçmakla bitmemekte; bir kısmı zor koşullardaki mülteci kamplarında yaşam savaşı verirken, bir kısmı da istikrarsız ve güvensiz ortamlarda yaşamak zorunda bırakılmaktadır.
Örneğin; Ürdün’e sığınan mülteciler Birleşmiş Milletler’in bağışları tükendiği için yardım alamıyorlar. Bu noktada hayatta kalabilmek ve ailelerine yiyecek ve barınak bulabilmek umuduyla başka ülkelere yöneliyorlar. Oysa, mülteciler yerleştikleri ülkelerde gerekli yardımı alarak istikrarlı bir yaşama kavuşabilseler, orayı terk etmeyecek, Akdeniz ve Ege Denizinde çıktıkları bu ölümcül yolculukları göze alarak Avrupa’ya ulaşmaya çalışmayacaklardır. Dahası, hayatlarını tehlikeye atarak Suriye’ye geri dönmeyi bile tercih eden aileler var. Halihazırda, Ürdün’deki yardımlar kesildiğinden beri, savaş bölgesine dönen mültecilerin sayıları iki katına çıkmış durumda.
Mültecilerin Avrupa’da karşılaştığı zorluklar
Mültecilerin bir ülkeden diğerine geçerken göze aldıkları uzun ve zorlu yolculuk Avrupa topraklarına sağ salim ulaşacakları garantisini hiçbir zaman vermiyor. Son iki yıldır Avrupa’ya ulaşmak için denize botla açılan mültecilerin çoğu hayatlarını kaybettiler. Ulaşmayı başaranlar ise bazı Avrupa ülkeleri tarafından hiç de hoş karşılanmadılar.
Son zamanlarda yine soysal medyada paylaşılan videolarda bu mazlum insanların bazı Batılılar tarafından uğradıkları kaba muameleye de şahit oluyoruz. Örneğin; Macaristan’da bir bayan kameraman, kucağında oğluyla yürüyen Suriyeli göçmen babaya çelme takarak yere düşürdüğünde toplumda büyük infial uyandırmış, yaptığı davranıştan dolayı özür dilemek zorunda bırakılarak çalıştığı işten de çıkarılmıştı. Elbette bu, medya vasıtasıyla haberdar olduğumuz utanç verici olaylardan yalnızca biri. Yüzlerce mülteci Sırbistan sınırındaki polis kordonu eşliğinde kamplara zorla yönlendiriliyor ve parmak izleri alınıyor. Yine Macar yetkililerin mültecilerden oluşan kalabalığa sandviç fırlatmaları ve bir lokma yiyecek için birbirleriyle mücadele eden insanları gösteren video kayıtları ihtiyaç içindeki bu insanlara uygulanan kötü muameleyi gözler önüne seriyor. Avrupa’daki bazı ülkeler – Yunanistan, Bulgaristan, Macaristan ve Fransa – mültecilerin ülkelerine girişlerini engellemek için sınırlara dikenli tel inşa etmeye başladılar. Oysa hayatta kalmaktan başka isteği olmayan bu insanlar kesinlikle birer tehlikeli terörist veya azılı katil değiller ve maruz kaldıkları kötü muameleyi de asla hak etmiyorlar. Bu noktada herkes vicdanının sesini dinlemeli ve kendini onların yerine koyarak hareket etmelidir.
Almanya ve diğer ülkelere nazaran daha az sayıda mülteciyi ülkelerine almaları beklenen Orta Avrupa devletleri ise AB’nin kararından memnun değiller. Macaristan Başbakanı Victor Orban bu krizi “yasadışı göçmenlerin isyanı” şeklinde yorumlarken, Slovakya Başbakanı Robert Fico ise mültecilerden yalnızca Hristiyan dinine mensup olanları kabul edeceklerini açıkladı. Oysa geçmişte yaşanan savaşlar Avrupa’da da bir mülteci grubu doğurmuştu. Avrupa, Suriyeli bu masum insanların yaşadıkları zorlukları geçmişte bizzat tecrübe etmesine rağmen şimdi unutmuş gözüküyor. Örneğin; Otuz Yıl savaşında Çek topraklarındaki nüfusun üçte biri Avrupa’nın çeşitli bölgelerine göç etmeye mecbur kalırken, yine Birinci ve İkinci dünya savaşlarında çok sayıda kişi yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştı.
Mülteciler için barışçıl bir çözüm önerisi
Bu problemi elbette barışçıl yollarla çözmek gerekiyor. Mültecileri içeri almamak için ülke sınırlarına duvarlar örmek yada dikenli teller çekmek kesinlikle mantıklı bir çözüm değil. Toplumsal anlamda uzlaşma sağlanması önemli çünkü asıl fark yaratacak olanlar devlet yöneticilerinden ziyade o ülkelerde yaşayan halklardır. Yine sosyal medya sayesinde gözlemlediğimiz İngiltere örneğinde olduğu gibi. Başlangıçta İngiliz hükümeti mültecileri ülkeye almak istememiş ancak kamuoyunun baskısıyla politikasını hızla değiştirmek zorunda kalmıştır. Artık toplumlar kendilerini yöneten siyasileri demokratik yollarla etkileyebiliyorlar. Dolayısıyla toplumlarda insani ve vicdani bilinçlenmenin arttırılması son derece gereklidir. Uluslararası İltica Yasası teorik anlamda mantıklı görünse de pratikte öyle olmadığı görülüyor; çünkü AB’ye üye olan her ülke birbirinden farklı duruşlar sergileyebiliyor ve tutarlı bir işbirliği olmayınca da köklü bir çözüm bulunamıyor.
Mültecilere düzenli yardım ve koruma sağlayacak gerekli kanunları çıkarabilmek için resmi toplantılar düzenlenmeli; daha da önemlisi bunun bir insanlık görevi olduğu akıllardan çıkarılmamalıdır. Mülteciler kesinlikle devletlerin üzerinde birer yük olarak görülmemeli, Allah’ın bizleri ihtiyaçlarından sorumlu kıldığı misafirler olarak değerlendirilmelidirler. Sonuçta bu insanlar sadece hayatlarını kurtarmak pahasına sahip oldukları her şeyi geride bırakıp kaçmaktadırlar.
Diğer taraftan devletlerin BM’e bağış yaparak katkıda bulunması da oldukça önemli. Böylece komşu ülkelere sığınan mülteciler ihtiyaçları olan yardımı alabilirler. Bununla birlikte bu insanlara istihdam sağlayarak hayatlarını idame etmelerine de destek olunmalıdır. Asla unutulmaması gereken şudur; eğer mülteciler istikrarlı bir hayata kavuşabilirlerse kesinlikle sığındıkları ülkeleri terk etmeyecek, hayatlarını tehlikeye atan zorlu yolculuklara çıkmayacaklardır. Sonuç olarak hepimiz bu felaket yüklü iç savaşı durdurmak adına – özellikle de Orta Doğu’da – güçlerimizi birleştirip barışı sağlamak için çaba göstermeliyiz.