Batı dünyası büyük harekâtları her zaman kendi kamuoyunu ikna edecek alt yapıları ile birlikte kurgulamıştır. Haçlı seferleri kutsal toprakları korumak içindir. Osmanlı’nın yıkılması sözde vahşi Türklerin tarih sahnesinden elemine edilmesi içindir. Emperyalizmin ve sömürgeciliğin kirli emellerini dayandırdığı temel az gelişmiş ırklar safsatasıdır. Mandacılık, kendi kendini yönetemeyecek cahil toplumların üstün medeniyetler tarafından yönetilmesi amacını taşır. Afganistan operasyonun amacı sözde özgürleştirme, Irak operasyonun ki kitle imha silahlarını yok edilmesidir. Kendi milletlerini kandırma amacıyla dillendirilen bu sahte iddialar daima büyük yıkımların fikri altyapısını oluşturmuştur.
21. yüzyılın politikaları da savaşlar üzerinden kurgulanmaktadır. Savaşları başlatan liderler için savaşları, işgalleri, katliamları hatta kimi zaman soykırımları bir şekilde haklı çıkarmak ve kamuoyu vicdanını rahatlatmak gerekmektedir. Bu nedenle genellikle savaşların, tarihin doğal akışı sonucu yaşandığı iddiası ortaya atılmaktadır. Bu senaryoya göre söz konusu savaşlar kaçınılmaz ve engellenemezdir. Medya düzenli olarak bu fikri işlemektedir.
Bugün dünya, tarihte hiç olmadığı kadar yaygın bir çatışma ortamı içindedir. 2016 yılında 70 ülkeyi kapsayan 56 çatışma devam etmektedir. Bunların sebepleri, coğrafi konumları ve tarafları birbirinden farklıdır. Her biri için ayrı bir barış planı ve stratejisi gerekmektedir. Başta ABD ve Avrupa devletleri olmak üzere Batı dünyası çoğu zaman bu çatışmalarda taraf olmuştur. Batı bu çatışmaları çoğunlukla izlemekte, bunları sonlandırmak için ciddi bir çaba harcamamaktadır. Bu sakıncalı siyasi tutuma karşı batıda zaman zaman muhalif sesler yükselmektedir. Bu sesleri susturacak ideoloji ise Samuel Huntington gibi siyaset bilimcilerinden gelmiştir.
Samuel Huntington 1991’den itibaren yazdığı makaleler ile 20. Yüzyıl tarihini savaşlarla açıklamakta, 21. Yüzyıl içinde tahminlerde bulunmaktaydı. Bu yazılarda “dünya tarihinin geldiği noktada savaş ve yıkımların kaçınılmaz olduğu” mesajı verilmektedir. Huntington’a göre 21. Yüzyıl’daki savaşlar tarihin diyalektiğinin önlenemez sonucuydu. Madem savaş olması bilimsel bir kaçınılmazlıktı, o zaman milletlere düşen bu savaşları önlemek değil en yüksek menfaati sağlayabilmek olmalıydı. Bu bakış açısı milyonlarca kişiyi; katliamlara, ölümlere ve masumların can vermesine karşı hissiyatsız hale getirdi. Toplumlar, savaşları sadece kendi menfaatleri açısından değerlendirmeyi doğru gördüler ve sadece çıkarlarının peşinden koşmayı kendilerine prensip olarak benimsediler.
Huntington 1948’den itibaren Amerikan politikasını şekillendiren kadronun bir parçasıydı. CFR (Council for Foreign Relations)’nin yayın organı Foreign Affairs’deki makalesi ile Vietnam’da halı bombardımanı ve ormanların napalm ve kimyasallarla yakılması stratejisini ilk ortaya atan kişiydi. Bu strateji ile Vietnam savaşında 7 milyon ton bomba ve 72 milyon litre kimyasal zehir atıldı. Bombardıman uçakları, arkalarında yüzbinlerce ölü bıraktılar. Huntington ayrıca Brezilya’nın diktatör Medici hükümetinin ve Güney Afrika’nın ırkçı rejiminin, kendi halkları üzerinde baskıyı arttıracak yöntemler konusunda danışmanlık da yaptı
Huntington’ın savaş teorilerini kaleme aldığı ilk makalesi yine Foreign Affairs dergisinde yayınlanan “Medeniyetler Çatışması” yazısı olmuştu. Makale, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile artık dünya üzerindeki savaşların monarşiler, hükümetler ya da ülkeler arasında değil medeniyetler arasında olacağını iddia etmekteydi. Huntington yazısında, Batı’nın dünya hükümranlığının önündeki en büyük tehlikeyi “İslam” olarak göstermekteydi. Doğal olarak Batı’nın bir sonraki büyük savaşı da, kaçınılmaz olarak İslam medeniyetine karşı olacaktı.
Medeniyetler çatışması tezini, 2001 yılında Newsweek dergisinde yayınlanan “Age of Muslim Wars” makalesi izledi. Huntington bu yeni makaleyle İslam dünyası ile Batı’nın savaşı tezini daha ileri götürüyordu. İslam dünyasında ve özellikle Araplar arasında başta ABD olmak üzere Batı medeniyetine karşı büyük bir kin, kıskaçlık, kızgınlık ve düşmanlık olduğunu iddia etmekteydi. Bu nedenle de yakın gelecekte İslam dünyası ile Batı arasındaki ilişki en iyi ihtimalle uzak ve sert olacaktı. En kötü ihtimal olarak dillendirdiği durum ise bu ilişkinin çatışma ve şiddet dolu olacağıydı.
Huntington iddialarına delil olarak o sırada dünya üzerinde devam eden çatışmaların üçte ikisinde taraflardan en az birinin Müslümanlar olduğunu göstermekteydi. Makalenin ana fikri Müslümanların diğer tüm medeniyetlerden daha fazla savaştıkları ve dünyayı daha tehlikeli hale getirdikleri idi. 11 Eylül saldırıları da sadece Müslüman savaşlarının ABD’ye yansımasıydı. Huntington makalesi ile Müslümanları hedef tahtasına koymaktaydı. Makalenin ardından geçen 15 yıl içinde Afganistan ve Irak işgal edildi. Tunus ve Mısır’da ihtilaller oldu. Suriye, Libya ve Yemen iç savaşlar yaşamak zorunda kaldı. Huntington 2008 yılında öldüğü için göremedi ama milyonlarca masum Müslüman, onun ideolojik olarak destek verdiği savaşlar ile can verdi.
Huntington her iki makalesinde çatışmayı engelleyebilecek yolları da anlatmaktaydı. İlk bakışta probleme çözüm üretme gibi gözüken bu sözler gerçekte planın önünde durabilecek potansiyel tehlikelerin analizi idi. Medeniyetler Çatışması makalesinde çatışmayı engelleyebilecek ülkeler arasında Türkiye ve Mısır gösterilmekteydi. Ardından gelen dönemde her iki devlet ekonomik ve siyasi olarak paralize edildi. “Müslüman Savaşları Çağı” yazısındaki çözüm ise Müslüman ülkelerin bir tanesinin öncülüğünde birleşmesi idi ve Osmanlı Devleti’ne atıfta bulunuyordu.
Makalenin ardından Müslümanları birleştirme potansiyeli olan Türkiye ile İslam dünyasının yakınlaşması engellenmeye başlandı. Bunda Türkiye’nin dış politikasında izlediği bazı hatalı yollar olsa da, büyük resme bakıldığında problemin bir üst akıl tarafından tasarlandığı şüphe götürmüyor. Bugün hala bu bağ; sosyal, kültürel ve hatta coğrafi olarak kesilmeye çalışılmakta. Bu doğrultuda Türkiye defalarca sıcak savaşın içine çekilmeye çalışıldı. Sıcak savaşın tarafı olması ile birlikte Türkiye de, tüm diğer İslam ülkeleri de bütünleştirici özelliğini kaybedecekti. Türkiye, bu oyuna gelmeyerek planları en azından kısa vadede engellemiş oldu.
Bugün Huntington artık hayatta değil. Fakat onun yerini alan savaş ve zulmü meşru gösteren kalemler yazılarına devam ediyor. Bu teorisyen kadrolar, insanlığın gelişmesi için savaşın gerekli olduğunu öğreten çarpık bir eğitim sisteminin sonucunda oluştu. En güçlü olanın, en egoist olanın hayatta kalacağı bir düzene inanıyorlar. Oysa İslam ahlakı, gelişmenin merkezine fedakârlığı, paylaşımcılığı, dostluğu, ittifakı ve dayanışmayı koymuştur. İslam dünyasının geleceği birleşmede, ortak hareket etmede ve bu oyunlara karşı el birlik bilimsel anlamda mücadele etmededir. Bu savaş ortamı, ancak İslam milletleri birleştiğinde, kurşundan kaynatılmış binalar gibi tek bir parça olarak hareket ettiğinde sona erebilir. Önümüzdeki dönem Huntington’un iddia ettiği gibi “Müslüman Savaşları Çağı” değil, “Müslümanların ve dolayısıyla tüm dünyanın Yeniden Altın Çağı” olacaktır.
Adnan Oktar’ın New Straits Times’da yayınlanan makalesi:
http://www.nst.com.my/news/2016/08/162060/ending-clash-civilisations