John Carpenter’ın “New York’tan Kaçış” (Escape from New York) filmi 1981 yılında gösterime girdiğinde büyük ses getirmişti. Film Manhattan adasının 15 m yüksekliğinde duvarlarla çevrildiği karanlık bir gelecekte geçmekteydi. Duvarlar arkasına hapsolmuş insanların yaşam mücadelesi, izleyicilerde, korku ve dehşet oluşturmuştu. Adanın dışındakiler rahat bir hayat sürerken, içerideki insanlar açlığa sefalete ve ölüme mahkum edilmişti. Duvarlar ise bu çaresizlikten kaçışın olmadığını temsil etmekteydi.
Açık hava hapishaneleri, 1980’lerin insanları için ürkütücü ve vicdansız bir geleceğin uygulamalarıydı. Bunlar, ancak korku filmlerinde işlenen karanlık gelecekte yaşanabilecek ütopik cezalardı. Fakat duvarlar, sadece 35 yıl içinde dünyanın dört bir yanında adeta günlük hayatın bir parçası haline geldi. Bugün 65 ülkede insanlar yüksek duvarlarla birbirlerinden ayrılmış durumdalar. Carpenter’ın hayali duvarları ile 2017’nin gerçek duvarları arasında önemli bir de fark var. 21. yüzyılın insanları duvarların arkasına suçluların yerine çoğunlukla masumları kapatmakta. 2017 yılının duvarları mahkûmlar için bir ceza yöntemi olmaktan çıktı. İnsanların çirkinliklere yüzleşmesini engelleyen setler haline geldi.
Bugün ABD-Meksika, Hindistan-Bangladeş sınırlarına duvar çekilmiştir. Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinliler ile Avrupa’daki yüzbinlerce mülteci duvarla çevrili bir hayat sürmektedir. Batı Sahra’da, Cezayir’de, Fas’ta uçsuz bucaksız çöller duvarla bölünmüştür. Belfast, Sao Paolo, Humus şehirleri duvarlarla ikiye ayırmıştır. Her ülkenin kendi güvenliğini korumak istemesi elbette doğaldır; ancak bunlar sonuç vermeyecek tedbirlerdir. Duvarlar, açlığı ve sefaleti engelleyemez. Radikalizmi ve şiddeti durduramaz. Savaşlara engel olamaz. Çaresiz mültecilerin önüne set çekemez.
En yüksek duvarlarla çevrelesek bile kötülük yok olmayacaktır. Çaresizliğe itilen insanlar, örülen duvarlarla daha büyük yalnızlığa itilecektir. Bu ruh halinin beraberinde gelen nefret ve sevgisizlik, öfkeli bir yeni neslin yetişmesine neden olacaktır. Bu durum, radikalizme de davet çıkaracak, bazı kesimler çözümü şiddette arayacaktır.
Dünya, Filistin Mülteci Kampları tecrübesini 70 yıldır yaşamaktadır. Basit bir nüfus mübadelesi ile çözülebilecek olan Filistin sorunu Arap-İsrail savaşı haline gelmiştir. 3 büyük savaş yaşanmış ve bu savaşlar Ortadoğu’yu kana bulayan birçok ideolojinin temelini oluşturmuştur. Bugün bu kamplarda 3 nesil Filistinli hayat sürmektedir. FKÖ, HAMAS, İslami Cihad, Ebu Nidal, al-Aksa Şehitleri Tugayı, Filistin Halk Kurtuluş Ordusu ve daha nice örgüt bu kamplarda doğmuş gelişmiş ve kök salmıştır. Silahlarla çevrilmiş mülteci kampları, sadece daha fazla şiddet ortaya çıkarmıştır.
Duvarların dışındaki insanlar genellikle sahte bir güvenlik hissi yaşamaktadır. Çünkü ideolojilerini durdurabilecek yükseklikte bir duvar inşa etmek mümkün değildir. Duvar arkasında aşağılanan, dışlanan insanların bir kısmının radikalizme yönelmeleri daha kolay olmaktadır. Radikalizme karşı alınması gereken tedbir ise yeni duvarlar inşa etmek değil, radikalizmin geçersizliğini bilimsel delilleriyle ortaya koymak ve kültürel çalışmalar yapmaktır.
Göçmenler güvenliğe ulaşabilmek için binlerce kilometrelik tehlikeli açık deniz yolculuğunu göze almaktadır. Çoluk çocuk demeden, derme çatma botlarla, Avrupa kıyılarına ulaşmaya çalışmaktadır. Bu ölümcül çaresizliği birkaç metrelik duvarların durdurması imkânsızdır. Mültecilerin dramının çözümü, duvarlar inşa etmek değildir. Milyonlarca insanın yurtlarını terk etmesine sebep olan problemlerle ilmen mücadele edilmelidir. Dünyanın bir kısmı açlık sınırının altında yaşarken, yetersiz beslenerek can verirken, diğer kısmı israf etmemelidir. Dünyamız 7 milyar insana yetecek kaynaklara sahiptir. Vicdanlı ve samimi insanlara düşen imkanları doğru ve adaletli bir şekilde paylaşmaktır. Açlık, sefalet, fakirlik, şiddet dünyanın ortak problemidir. İnsanoğlu ortak bir vicdanla mücadele etmek zorundadır. Bu sorunları duvarlar ardına hapsetmeye çalışmanın, devekuşunun kafasını kuma gömmesinden farkı yoktur. Eğer ilmi bir çözüme başvurulmazsa, kötülük, varlığını sürdürmeye devam edecektir. Hem de bir kısım vicdanların körelmesi ile birlikte, her geçen an güçlenecek ve karşı konulamaz hale gelecektir.
Bugün dünyada 66 milyon insan yurtlarından ayrılmak zorunda kalmıştır. Büyük bir çoğunluğu ölümden kaçan kadın, çocuk, genç, yaşlı mazlumlardır. Canlarından başka kaybedecek hiçbir şeyleri kalmamıştır. Bu masum insanlar bizlerden kapılarımızı açmamızı, yardım elimizi uzatmamızı ve çaresizliklerine çare olmamızı beklemektedir. Mülteci sorunu insanlığı görmezden gelebileceği ya da duvarlar arkasında gizleyebileceği bir konu değildir. Gelinen aşamada yapılması gerekenlerden en acil olanı geniş kapsamlı bir yardım seferberliğidir.
İnsanlık, 300 yıl boyunca kölelik ayıbını yaşamıştır. Güney Amerika, Afrika, Avusturalya, Güneydoğu Asya, sömürgecilerin hırsları ile yağmalanmıştır. Zulüm, 20. yüzyılda dünya savaşları ile devam etmiş ve 200 milyona yakın insan, birkaç on senede yok edilmiştir. Bugün Almanlar, Nazi dedelerinin, İngilizler sömürgeci yöneticilerinin, Amerikan toplumu Kızılderilileri yok eden atalarının, İspanyollar birkaç sandık altın için İnka ve Maya medeniyetlerini ortadan kaldıran askerlerinin, Ruslar milyonları açlıktan ölüme terk eden komünist kadroların utancını içlerinde yaşamaktadır. Gelecek nesiller tarafından, masumları duvarlar arkasında ölüme terk edenler olarak hatırlanmak ise, bugünün insanı için çok büyük bir ayıp olacaktır.
Adnan Oktar’ın Gulf Times & MENA FN & EKurd Daily & Only Kashmir’de yayınlanan makalesi:
http://www.gulf-times.com/story/526236/Trapped-behind-the-walls
http://ekurd.net/trapped-behind-the-walls-2016-12-31
http://onlykashmir.in/trapped-behind-the-walls/