1970’lerin ikinci yarısında bir el Müslüman dünyasını kan gölüne çevirmek amacıyla düğmeye bastı. Lübnan iç savaşının hızlanması ile başlayan süreçte 1977’de Pakistan’da, 78’te Irak ve Afganistan’da, 79’da İran’da, 80’de de Türkiye’de birbiri ardına darbeler geldi. Askeri darbeler dönemini Filistin İntifadası, İran-ırak savaşı, Kâbe’nin işgali, Hac katliamları izledi. Türkiye, Irak ve İran’da komünist bölücü terör ortaya çıktı. Suriye’de Humus, Irak’ta Halepçe katliamları yaşandı. Afganistan’da Sovyet işgalinin yerini iç savaş aldı. 90’lı yıllarda şiddet sınırlar ötesi savaş boyutuna çıktı. Kuveyt işgal edildi; ardından 1. Körfez Savaşı geldi. Cezayir iç savaşı ile şiddet Kuzey Afrika’da da yüzünü göstermeye başladı. Terörizm sınırlar üstü bir hal aldı. Yüzyılın dönmesi ile savaş daha yaygınlaştı, daha şiddetlendi. 11 eylül saldırısını takiben Irak ve Afganistan işgal edildi. Arap baharı döneminde ise Libya ve Yemen iç savaşları ve Mısır darbesi patlak verdi. Bahreyn, Kuveyt, Suudi Arabistan ve İran’da sokak gösterileri çatışmaya döndü. Suriye’nin de parçalanması ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika 30 yıl gibi kısa bir sürede ufukta çıkışı gözükmeyen bir şiddet sarmalının içine düştü. Hristiyanlar ve Museviler de en az Müslümanlar kadar savaş ortamından etkilendiler; İsrail ve Filistin duvarlar ardında yaşanan açık hava hapishanelerine dönüştü. Bölgede Hristiyan nüfusu 10 da birine düştü. Hz İsa’nın takipçileri Hristiyanlığın doğduğu topraklarda yaşayamaz hale geldiler.
Ortadoğu sorunu 7 ABD Başkanı, 12 NATO Genel Sekreteri, 8 İngiliz Başbakanı, 5 BM Genel Sekreteri, 7 Rus Devlet Başkanı, 6 Fransız Cumhurbaşkanı, 8 Çin Devlet Başkanı eskitti. Bölge ülkelerinde yüzlerce başbakan, cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı, dini lider gelip geçti. Barışı getirmeye kimsenin gücü yetmedi. Çünkü pek çok tarafın önceliği hep kendi çıkarları oldu. Söz konusu taraflar, ittifakları ortak çıkarlarda aradılar. Müslümanları ittifakların bir parçası olarak göremediler. Bu bencil ve çıkarcı politikalar ise dünyayı daha tehlikeli bir yer haline getirdi.
2016’nın ikinci yarısı ile başta Suriye olmak üzere bölgeye barış getirebilecek yeni bir umut ışığı ortaya çıktı. İlk başta savaşın komşusu Türkiye ile bölgede yaşananlardan en çok mağdur olanlardan Rusya bir ittifakın çekirdeğini oluşturmak için harekete geçtiler. Uluslararası ilişkiler için çok kısa bir sürede karşılıklı güven ortamı oluştu. İran’ın ittifaka dâhil olması, mezhep çatışmalarının önüne geçmek için bir vesile oldu. Suudi Arabistan ve İsrail ortak enerji politikaları ile kısmı bir yakınlaşmanın içine girdi. Başta Kazakistan ve Azerbaycan olmak üzere Orta Asya Cumhuriyetleri ittifaka açık ve gizli destek vermeye başladılar. Afganistan, İran ve Batı Asya’nın güvenliği için Pakistan’ın da bu yeni oluşum da yer alması gereklidir.
Müslüman dünyasının içinden çıkan bu ittifak Suriye’de meyvelerini vermeye başladı. Bazı yerel kırılmalar olsa da 30 Aralık’tan itibaren ülkede ateşkes devreye girdi. Sırada kalıcı barış görüşmeleri ve ülkeyi toparlayacak bir yönetim kurulması vardır. İran, Rusya, Türkiye ittifakı Astana’yı bu görüşmeler için merkez seçmiştir. İttifakın acendasında ikinci sırada Irak gelmektedir. Irak ve Türk başbakanları 7 Ocak’ta Bağdat’ta bir araya geldiler ve teröre karşı ortak politika izleyeceklerini açıkladılar. Yakın zamanda Irak için de bir çözüm planı konuşulmaya başlayacağı görülmektedir.
Ben de birçok Müslüman gibi bölgenin çıkışını bu ittifakın güçlenmesinde ve yaygınlaşmasında görüyorum. Yaşanan şiddetin %90’nında Müslümanlar yine Müslümanlar tarafından öldürülmektedir. Gerçek İslam anlayışı hakim olmadan ve zorla dayatılan Şii-Sünni gerilimi ortadan kalkmadan barış gelmesi imkansızdır. Bu, ancak Müslümanların ve bölge ülkelerinin kendi içlerinde çözebilecekleri bir sorundur. Dışarıdan hazırlanacak planların başarılı olma ihtimali azdır ve geçmiş tecrübeler bunu göstermiştir. Dolayısıyla bölge ülkeleri birlikte bu konuya ittifakla çözüm bulmalı ve sözü geçen lider ülkeler, bunun arkasında yer almalıdır. Bugün herkes Trump’ın yemin etmesini ve göreve geldiğinde ittifaktan yana taraf olmasını beklemektedir.
Bu ittifakın sosyal, kültürel ve insani projelerle de desteklenmesi gerektiği açıktır. Soğuk, menfaate dayalı, dini referansları olmayan bir ittifakın Ortadoğu’da kalıcı olması mümkün değildir. Dostluktan, kardeşlikten, karşılıklı sevgi ve saygıdan ve manevi güçten beslenmeyen bir işbirliğinin ne Ortadoğu’da ne de dünyanın geri kalanında tutunabilmesi mümkün değildir. Bunlar, özellikle Ortadoğu’da Müslümanıyla, Hristiyan’ıyla, Musevi’siyle, Arap’ıyla, Kürt’üyle, Türk’üyle Alevi’siyle, Sünni’siyle, Şii’siyle, Nusayri’siyle bölge insanın ortak değerleridir. Bu değerler, ekonomik ya da siyasi menfaatlerden çok daha önde gelir. Dolayısıyla yol haritası çizenlerin, bölgenin geleceğini planlayanların, bu gerçeği göz önünde bulundurmaları gerekmektedir.
İçeride ve dışarıda 40 yıllık savaş ortamından beslenenler vardır. Bu mihraklar, barış ortamını istemeyeceklerdir. Son bir ay içinde üçlü ittifakı güçsüzleştirmek için onlarca provokasyon yapılmıştır. Rusya ve Türkiye’nin güvenliği açık olarak tehdit edilmektedir. Ankara’daki Rus Büyükelçisi suikastı iki ülkeyi karşı karşıya getirmek için düzenlenmiştir. Fakat iki ülke halkının birbirlerine olan güveni bu provokasyonu boşa çıkarmıştır. Bölgede barışı getirecek olan ancak bu karşılıklı güven ve sevgi ortamıdır. Aksi halde 21. yüzyıldan daha kanlı bir dönem olacaktır.
Adnan Oktar’ın The China Post & The Kashmir Monitor’de yayınlanan makalesi:
http://www.chinapost.com.tw/commentary/china-post/special-/2017/01/19/489782/Self-interest-sinks.htm
http://www.kashmirmonitor.in/Details/116861/self-interest-sinks-hopes-for-peace