İslam dünyasında çok uzun dönemden beri, aynı Allah’a iman eden, Hz. Muhammed’i Allah’ın elçisi, Kuran’ı hak kitap olarak kabul eden bazı Müslümanların birbirlerini dinden çıkmış olmakla, küfürle itham edip öldürdüklerine şahit oluyoruz. Özellikle son dönemde IŞİD ile gündeme gelen, Şiilerin topluca öldürülmesi, Şii camilerinin bombalanması, aynı zamanda bir süredir gündemde olan Irak gibi bölgelerde bir kısım Şii grupların Sünnilere yönelik saldırıları İslam dünyasındaki köklü bir anormalliğe dikkatleri çekti. Ancak bu kan dökücü zihniyet ne sadece radikal terör örgütleriyle sınırlı ne de yeni bir hastalık: Mısır’da sadece Şii oldukları için, Irak’ta sadece Sünni oldukları için öldürülüp sonra sokaklarda sürüklenen Müslümanları gördüğümüzde, cahil halkları böyle vahşete sürükleyenlerin, televizyonlardan, camilerden sözde İslam adına konuşan din alimlerinin fetvaları olduğu görülmektedir. Diğer taraftan Ortadoğu’da Şii ve Sünni grupların gerek aynı ülke içindeki kıyasıya mücadelelerinde, gerekse taşeron örgütler aracılığıyla ülkeler arasında süregiden mezhep savaşlarında bu hurafelere dayalı yanlış din anlayışı görülmektedir.
Masum kanı dökmeyi kendilerince “ibadet” olarak gören, kendi İslam yorumlarına sahip olmayanlara yaşam hakkı tanımayan ve İslam coğrafyasında durmaksızın kan akmasına sebep olan bu fitnenin yaygınlaşmasına sebep olan acımasız, katı ihtilaf ruhunun temelinde şu vardır:
“Tekfir”, bir kimseye ya da bir gruba “Kâfir oldun, dinden çıktın, İslam’ı terk ettin” şeklinde ithamlarda bulunmaktır. Tekfirci olarak tabir edilen gruplar, bir kişi ya da grup hakkında bu hükme vardığında, kendi hurafelere dayalı, bağnaz İslam yorumları içerisinde bu kişileri “katli vacib” ilan etmiş olurlar. Ancak Allah bir kimsenin Müslümanlığını reddetme, kabul etmeme hakkını Kuran’da kişilere vermez. Kaldı ki, bir kimse imanından sonra inkara sapmış dahi olsa, hükmü, cezası Allah Katındadır:
“Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey; artık O’nun hükmü Allah’ındır…” (Şura Suresi, 10)
“… Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, Kendisi’nden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf Suresi, 40)
Günümüzde bir kısım Sünni grupların Şiileri, Şii grupların da Sünnileri tekfir ederek, Müslümanların birbirlerinden nefretle bahsettiklerini, beraber namaz kılmadıkları, hatta pek çok bölgede kıyasıya bir mücadele içinde birbirlerini öldürdüklerini görüyoruz. İslam dinine sonradan giren “tekfir” mantığının Kuran’da hiçbir şekilde yeri yoktur; Müslümanlar arasındaki bu fitne, Peygamberimiz (sav)’e atfedilen, ‘Fırka-i Naciye Hadisi’ olarak da bilinen bir hadise dayandırılır. Birçok farklı rivayette yer alan, ancak Kuran ayetlerinde kesinlikle bir temeli bulunmayna bu hadisin en yaygın kullanılan şekli şöyledir:
“… Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak; onlardan biri hariç, hepsi cehennemliktir ve o biri de benim ve ashabımın yolu üzere olanlardır (Benim ve ashabımın yolunu takip edenlerdir)…”
Bu mantık farklı rivayetlerde çeşitli ekleme ve çıkarmalarla yer almaktadır. Örneğin Tirmizî’de, “Biri hariç diğerlerin hepsi cehenneme girer.” ifadesi yoktur. Hakim’de ise bu hadis, “Ümmetim yetmiş küsur fırkaya ayrılacak, en büyüğü kendi keyiflerine göre işler yapar, helali haram, haramı helal kılarlar.” şeklinde çok kısa olarak rivayet edilmiştir. (Müstedrek, 4/430).
İslam dünyasının içinde bulunduğu, bölünmüşlük ve parçalanmışlık, Kuran’ı yeterli görmeyen, hurafelerle, bidatlarla, uydurma hadis ve rivayetlerle, İslam’a farklı bir şekil vermeye çalışan zihniyetin ürünüdür. Peygamberimiz dönemindeki gibi Kuran Müslümanı olmak yerine, kendilerine göre helal-haramlar çıkaran ve sadece kendi yorumunu en doğru olduğuna inanan, katı, bağnaz gruplar, İslam’ı kendilerinden farklı yaşayan Müslümanların imanının geçersiz olduğuna hüküm verirler. Halbuki Allah bu tür bir bakış açısının zeminini Kuran’da engellemiştir:
“Ey iman edenler, Allah yolunda adım attığınız zaman gerekli araştırmayı yapın ve size (İslam geleneğine göre) selam verene, dünya hayatının geçiciliğine istekli çıkarak: “Sen mü’min değilsin” demeyin. Asıl çok ganimet, Allah Katındadır, bundan önce siz de böyle idiniz; Allah size lütufta bulundu. Öyleyse iyice açıklık kazandırın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Nisa Suresi, 94)
Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: “Gerçekten ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir? (Fussilet Suresi, 33)
Hadislere baktığımızda da Peygamberimizin Müslümanları birbirlerini küfürle suçlamaktan sakındırdığı görülmektedir:
“Kim bir insanı kafir diye çağırırsa, yahut öyle olmadığı halde, “Ey Allah düşmanı” derse, söylediği söz kendisine döner.” (Sahıh-ı Muslim)
“Mü’mine lanet etmek onu öldürmek gibidir. Bir mü’mini küfr ile itham eden onu öldürmüş gibi olur” (Sahih-i Buhari)
“Bizim gibi namaz kılan, kıblemize yönelen ve kestiğimizi yiyen kimse, Allah’ın ve Resulünün teminatını elde etmiş kabul edilir. O halde (böylelerini öldürmek suretiyle) Allah’ın verdiği teminat ve ahdi bozmayın.” (Sahih-i Buhari)
“Bir insan (müslüman) kardeşine: “Ey kafir” diye hitabettiği zaman, ikisinden biri bu sözü üzerine almış olur. Şayet söylediği gibi ise küfür onda kalır, değilse söyleyene döner.” (Sahih-i Buharı)
“Bir kimse müslüman kardeşini tekfir ederse küfür (tekfir edilen veya edenden) biri üzerine döner.” (El Müsned)
Peygamberimiz döneminde, mümin topluluğun arasında münafıklar, imanı kalbine yerleşmeyenler, fasıklar da olmuştur. Allah Kuran’da Peygamberimizin hükmüne razı olmayan, tavır ve ahlak olarak anormallik gösteren, hatta gizlice dinsiz olan kişilerin varlığını pek çok ayette bildirmiştir. Ancak Peygamberimiz tebliğine devam etmiş, çevresindeki herkesin imanlarını güçlendirmek için gayret sarf etmiştir; onları küfürle itham etmemiştir. Ayrıca bir kişinin imanı ile ilgili hastalığı olması, Allah Katında bir suçtur, kulun bir başka kişinin imanı ile ilgili hüküm vermesi ve buna dayanarak ceza vermesi mümkün değildir.
Allah Müslümanların kendi içlerinde ayrı olmalarını, çekişmelerinin de ahirette karşılığı olduğunu bildirmektedir:
“Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir.” (Enam Suresi, 159)
Kuran’da Müslümanların birlik olmaları, kardeşler olarak yaşamaları, dağılıp ayrılmamaları, dost olmaları, bir bina gibi saf bağlamaları, çekişip birbirlerine düşmemeleri bildirilmektedir.:
Allah’a ve Resul’üne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)
Kendilerine açık deliller ve ayetler geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için çok büyük bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 105)
Müslümanların birlik beraberlik içinde olmasına katkı sağlayabilecekken, ayrılıkçı ifadeleri, nefret söylemleri ve diğer mezhepleri din dışı ilan eden fetvaları ile bir kısım Müslümanları şiddete, kana teşvik etmektedirler. Mezhep imamlarına dayanarak Müslümanlara karşı kendilerince cihat ilan edenler ahirette hesabını veremeyecekleri büyük bir hataya düşmektedirler. Allah Kuran’da, Müslümanların arasını bulmayı bir ayette şöyle emretmektedir:
Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkup sakının; umulur ki esirgenirsiniz. (Hucurat Suresi, 10)
Adnan Oktar’ın Diplomacy Pakistan’da yayınlanan makalesi:
http://www.diplomacypakistan.com/articles/muslims-who-point-guns-at-other-muslims/