Geçtiğimiz hafta sınırı geçmek isteyen mültecilerin trajik görüntülerini Makedonya’dan izledik. Sınıra yığılan binlerce zavallı insan, Makedonya polisinin şiddet ile karşılık vereceğini, geçişi engellemek için dikenli tellerle karşılanacaklarını belki de hiç tahmin etmemişlerdi. Bu insanlar savaşın devam ettiği ülkelerinden kaçmış, şişme botlarla Yunanistan’a doğru ölüm yolculuğuna çıkmışlardı. Dile kolay, bu maceranın merkezi Akdeniz 2 binden fazla göçmene mezar olmuştu. Ölüm yolculuğunu aşmayı başaran mülteciler, tam yolun sonuna geldik derken, AB ülkelerinden birinin kapısında bu karşılamayı beklemiyorlardı.
Hayatlarını garanti altına almak için Almanya’ya doğru yönelen Suriyeli, Eritreli, Somalili, Iraklı ve Afgan mülteciler bahsettiklerimiz. Ülkelerinden daha iyi bir yaşam veya yoksulluk nedeniyle değil, sadece hayatlarını kurtarmak için ayrıldılar. Makedonya sınır şehri Gevgelija’daki genç bir mültecinin şu sözleri durumu açıklıyor: “Her ülke benim ülkemden iyidir. Benim ülkemde savaş var, ölüm var.” Ölümden kaçmak için ölümü göze almak büyük bir çaresizliktir; ancak ne yazık ki rahat içinde yaşayan kişilerin pek azı bunu fark edebilir.
Avrupa şu anda bunun sınavını veriyor. Vicdanlı sesler çıksa da, halkın büyük çoğunluğu mültecilere yardım konusunda ön saflarda koşsa da, Avrupalı yöneticilerin bir kısmı henüz “mülteci”nin bir sorun değil, bir mecburiyet olduğunu tam anlamış gibi görünmüyor. İngiltere, Fransa ve Almanya’nın konunun çözümü konusunda uzlaşmaya varamaması, AB ülkelerinin Brüksel’den gelen çözüm önerilerini reddetmeleri durumu daha büyük açmaza götürmüş durumda. Her bir AB ülkesi, oldukça sınırlı sayıda mülteci alma konusunda kararlı. AB’nin uygulamaya geçirdiği kota uygulaması, 28 üye ülkenin ekonomisi ve nüfusuna göre mülteci almasını öngörüyordu. Fakat söz konusu uygulama da ülkelerin rakamlara itiraz etmesi sebebiyle rafa kalktı. Macaristan, mültecilerin ülkeye girişini engellemek için sınırına dev bir duvar örmeye devam ededursun, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti gibi kimi ülkeler bünyelerine sadece belli sayıda “Hristiyan” mülteciyi kabul edeceklerini açıklayarak Avrupa mülteci kabusunun ne kadar ürkütücü boyutlarda olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Slovakya, bu sözleri sonradan geri alsa da, AB’nin talep ettiği 1100 mülteciye sığınma talebini reddeden Slovakya Başbakanı Robert Fico’nun şu sözleri içler acısı: “Tek bir sorum var. Libya’yı kim bombaladı ve Kuzey Afrika’daki sorunlara sebep oldu. Slovakya mı? Hayır.”
Afganistan savaşını başlatan ABD’ydi; Suriye savaşını başlatan ise Esad. Fakat altı milyona yakın mülteciyi bünyelerine alırken ne Pakistan savaşı kimin başlattığını sordu ne Türkiye, ne Lübnan, ne de Ürdün. Çünkü bu ülkeler, bir insanlık dramı ile karşı karşıya olduklarının farkındalardı. Türkiye şu an dünyada mülteci alan ülkeler sıralamasında birinci durumda. Resmi rakamlara göre 1.6 milyona, gayri resmi rakamlara göre 2.5 milyona ulaşan mülteci akını, Avrupa ülkelerine kıyasla milli geliri çok yüksek olmayan Türkiye için bir problemdi kuşkusuz. Fakat bu problemi kimseye hissettirmedi Türkiye. Suriyeli mülteciler için 6 milyar doları kendi bütçesinden öderken, Kobani saldırıları sırasında sadece bir günde 350 bin mülteci Türkiye’ye giriş yapmışken, kimse Türkiye’nin üstlendiği sorumluluğu düşünmüyordu bile. Şimdi Avrupa’da çıkarılan yaygara, sadece Temmuz ayında bölgeye ulaşan 107 bin mülteci için. Bir kısmı dünyanın en büyük ekonomilerine sahip 28 ülke, 107 bin insanın bakımını bir türlü üstlenemiyor.
Hatırlanacağı gibi bu kavga geçtiğimiz aylarda sadece 40 bin mültecinin paylaşılması konusunda yaşanmış ve çabalar yine sonuçsuz kalmıştı. Avrupa Parlamentosu Grup Başkanı Gianni Pittella bu çaresizlik karşısında şu sözleri sarf etmişti:
“Beş ay süren görüşmeler sonunda AB üyelerinin 40 bin mülteciyi yerleştirme konusunda bir anlaşmaya varamamaları gülünçtür… Bazı AB üyeleri 250 mi, 500 mü sığınmacı alalım diye münakaşa ederken Türkiye, Ürdün ve Lübnan 3,5 milyondan fazla sığınmacı kabul etti. Bu durum o ülkelerin insanlık ve dayanışmasının göstergesi iken Avrupa’da insanlık ve dayanışma eksikliğinin ithamıdır. Bu rakamlar ortadayken nasıl dünyada insani liderlik iddiasında bulunabiliriz?”
İtalya Başbakanı Matteo Renzi’nin tepkisi ise benzerdi: ”Eğer 40 bin kişi konusunda anlaşamıyorsanız kendinizi Avrupalı olarak nitelemeye hakkınız yok. Eğer sizin Avrupa idealiniz buysa kendinize saklayın. Ya ortada bir dayanışma vardır ya da vaktimizi boşuna harcamayın .”
Dünyada yaygınlaşan terör ve mülteci alımının teröristlerin gelişine de yol açacağına dair korku Avrupa için kuşkusuz anlaşılabilir bir şeydir. Fakat bunun çözümü mümkündür; mültecilerin kimliklerinin belirlenmesi ve yerleştirilmeleri ile konu hakkında gerekli kontroller kolayca yapılabilir. Fakat bunun dışında ülkelerinden kaçmış zavallıların birer insan olduğunu unutup onlara adeta bir yük olarak bakmak, “sen benden fazla yük al” kavgasına girişmek, Avrupa’ya her an kendi toplumlarını yozlaştıran korkunç bir trajedi olarak dönebilir. Avrupa mülteciyi; ancak ölümden kaçan Allah’ın misafiri olarak gördüğünde, bu konuyu bir sorun değil insanlığa katkı sağlayacak bir imkan olarak gördüğünde gerçek medeniyete ulaşacaktır. İnsanı, demokrasisi, kültürü ile güzel Avrupa, sadece zenginleşmeye odaklanmış bir elit birliği değil, insanlığı önde tutan bir özgürlük ve medeniyet birliği olmak zorundadır. Bunu yapmanın başlıca yolu insanları ırklarına, dinlerine ve yaşam şekillerine göre sınıflandıran ilkel bakış açısından kurtulmaktır. Avrupa geçmişte en büyük hatalarını bu zihniyet nedeniyle yapmıştır, şimdi artık bunun telafi zamanıdır.
Adnan Oktar’ın The Jakarta Post & The Malaysian Insider’da yayınlanan makalesi:
http://www.thejakartapost.com/news/2015/08/31/will-europe-pass-refugee-test.html
http://www.themalaysianinsider.com/sideviews/article/will-europe-pass-the-refugee-test-harun-yahya