Osmanlı’nın Çöküşü ve Sonuçları
Geçtiğimiz iki yüzyılda Müslüman ülkelerin neden Batı karşısında geri düştüklerine baktığımızda, birbirini izleyen iki süreç görürüz: Bunların birisi, İslam dünyasının askeri, bilimsel, kültürel ve ekonomik yönden Batı’nın gerisinde kalması ve bu yüzden zayıflamasıdır. 19. yüzyıl, bu durumun ortaya çıktığı devir olmuştur. Bunu izleyen süreç ise, Müslümanların birliğinin parçalanması, bağımsızlıklarını kaybetmeleri ve Batılı güçlerin yönetimi altına girmeleridir. Bu da, büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması ile birlikte, 20. yüzyılın başında gerçekleşmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun asırlar boyunca İslami bir adalet, barış ve hoşgörüyle yönettiği topraklardaki Müslüman halklar, Batılı sömürgeci devletlerin egemenliğine girmiştir. Bu devletlerin kendi çıkarlarına uygun olarak yaptıkları düzenlemeler ve Ortadoğu’ya soktukları işgalci bir güç (İsrail), halen büyük bir sorun olmaya devam etmektedir.
İslam dünyasının, Allah’ın Müslümanlar için takdir ettiği gibi yeniden dünyaya yön veren bir güç olması ve son iki yüzyılda bulunduğu durumdan kurtulması içinse, iki ayrı hamleye ihtiyaç vardır:
1) Müslümanların bilim, kültür, ekonomi gibi alanlarda büyük bir atılım yapmaları.
2) İslam dünyasının parçalanmışlığını ortadan kaldıracak, tüm Müslüman ülkeleri ortak bir platformda bir araya getirerek “tek ses” haline getirecek bir “İslam Birliği”nin kurulması.
Gerçekte, bu iki hamle de birbirleriyle son derece yakından ilgilidir. Müslüman ülkelerin kalkınmaları ve güçlenmeleri, İslam Birliği’nin kurulmasının yolunu açacaktır. İslam Birliği ise, İslam ülkeleri arasındaki işbirliği ve dayanışmayı artırarak ve İslam dünyasını uluslararası boyutta söz sahibi kılarak, İslam dünyasının kalkınmasını sağlayacaktır.
Ancak ikinci hamle, yani İslam Birliği’nin kurulması, daha da ivedilikle ele alınması gereken bir meseledir. Çünkü daha çabuk hayata geçirilmesi mümkündür ve ayrıca dünyanın içinde bulunduğu şartlar açısından da son derece aciliyetlidir.
Bugün İslam Dünyası’nda böyle bir birlik yoktur. İslam Konferansı Örgütü vardır, ama bunun fonksiyonları ve etkisi çok zayıftır. Arap Müslüman ülkelerini biraraya getiren bir Arap Birliği vardır; ancak bu da sadece Arap ülkelerini biraraya getirdiği için İslam Dünyası’nı temsil edememekte ve arkasında İslam Dünyası bulunmadığı için de yeterince etkili olmamaktadır. Bu gibi, bölgesel, etnik veya tarihsel kimliklere değil, sadece Müslüman kimliğine dayalı olan ve dolayısıyla yeryüzündeki tüm Müslüman toplukluklara hitap eden bir birlik kurulması gerekmektedir.
Günümüz dünyası bunu mümkün ve hatta gerekli kılmaktadır. Bundan 20 yıl önce bir İslam Birliği kurulmasını savunmak çok zor olurdu. Çünkü dünya ABD ile Sovyetler Birliği’nin başını çektiği iki siyasi kutba bölünmüştü ve ülkeler arasındaki ilişkileri, hatta toplumların ve bireylerin kimliklerini belirleyen en önemli unsur siyasi ideolojilerdi. Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından ise ideolojilerin değil, medeniyetlerin belirleyici olduğu yeni bir tablo ortaya çıkmıştır. Bu tabloyu en yükses sesle ifade edenlerin başında gelen Amerikalı siyaset bilimci Samuel Huntington – her ne kadar medeniyetler arasında çatışma öngörmekle hata yapmış olsa da – tüm dünya Müslümanlarının tek bir “İslam Medeniyeti” oluşturduğunu ifade etmekle, bir gerçeği dile getirmiştir.
İşte bu nedenlerle; tüm İslam ülkelerini ortak bir platformda biraraya getirecek, ortak İslami esaslar ve değerlere dayalı ve aldığı kararlarla tüm İslam dünyasını temsil edecek bir İslam Ülkeleri Birliği’nin kurulması, son derece acil bir ihtiyaçtır.