Mehdiyet dönemi Müslümanların, Musevilerin ve Hıristiyanların birlikte huzur içinde yaşayacakları bir dönemdir

0
148

ADNAN OKTAR: Benim yaptığım konuşmalar, Mehdiyetin, Mesihiyetin gölgesi altında yapılan konuşmalardır. Ben, Hz. Mehdi (a.s.)’ın öncüsüyüm. Ona ortam hazırlıyorum. İnsanlara Hz. Mehdi (a.s.) döneminin güzelliklerini haber veriyorum. Hz. Mehdi (a.s.) döneminde tek bir damla dahi kan akıtılmayacaktır. Kimsenin burnu dahi kanamayacaktır. Tüm insanlar, birlikte huzur ve barış içinde yaşayacaklardır. Tüm yeryüzü adaletle dolup taşacaktır. İnsanlar arasındaki düşmanlıklar, kavgalar, savaşlar, husumet ve kavgalar son bulacaktır. inşaAllah Peygamberimiz (sav)’den rivayet edilen hadislerde bu önemli gerçek kesin olarak haber verilmiştir:

İnsanlar, bal arılarının beyleri etrafında toplanması gibi, Hz. Mehdi (as)’nin çevresinde toplanırlar. (Hz. Mehdi (a.s.)) Daha önce zulümle dolu olan dünyayı, adaletle doldurur. Adaleti o denli olur ki, uykuda olan bir kimse dahi uyandırılmaz ve BİR DAMLA KAN BİLE AKITILMAZ. Dünya, adeta asrı saadet devrine geri döner. (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 29 ve 48)

Hz. Mehdi (as), Peygamber (sav)’in yolunda gidecek, uyuyan kişiyi uyandırmayacak, KAN DA AKITILMAYACAKTIR. (Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayınları, Kıyamet Alametleri, s. 163)

(Hz. Mehdi (a.s.)) Zamanında ne bir kimse uykusundan uyandırılacak, NE DE BİR KİMSENİN BURNU KANAYACAKTIR. (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 44)

Ona (Hz. Mehdi (as)’ye) biat edenler, (Kabe civarındaki) rükun ve makam arasında biat ederler. Uyuyanı uyandırmaz, ASLA KAN DÖKMEZLER. (El-Heytemî, El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 24)

Bu (Emir) de (Hz. Hz. Mehdi (a.s.)) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAKTIR. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348)

Zulüm ve fıskla dolu olan DÜNYA, O (HZ. MEHDİ (A.S.)) GELDİKTEN SONRA ADALETLE DOLUP TAŞACAKTIR. (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)

HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN ZAMANINDA ADALET O KADAR BOL OLACAK Kİ, zorla alınan her mal sahibine geri iade edilecektir. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 23)

ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN) ADALETİ HER YERİ KAPLAYACAK ve insanlar arasında Hz. Peygamberin sünnet-i seniyyesi ile muamele edecektir. Hatta birisinden, mala ihtiyacı olan kim varsa çağırmasını söyleyecek, o kişi emrini yerine getirdiğinde, sadece bir kişi gelecektir. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)

Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah benim Ehl-i Beyt’imden bir zatı (Hz. Mehdi (a.s.)’yi) gönderecek yeryüzü zulümle dolduğu gibi, O YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAK. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)

Hz. Mehdi (a.s.) bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi, ONU DOĞRULUK VE ADALETLE DOLDURUR. (Süneni-i Ebu Davud, 5/93)

Kap su ile dolduğu gibi YERYÜZÜ BARIŞLA DOLACAKTIR. Hiçbir kimse arasında bir DÜŞMANLIK KALMAYACAKTIR. VE BÜTÜN DÜŞMANLIKLAR, BOĞUŞMALAR, HASETLEŞMELER MUHAKKAK KAYBOLUP GİDECEKTİR. (Sahih-i Müslim, 1/136)

… Cenab-ı Hak İslamı nasıl Bizimle başlatmışsa O’nunla (Hz. Mehdi (a.s.) ile) sona erdirecektir. Nasıl, Bizimle onlar aralarındaki ŞİRK VE ADAVETTEN (HUSUMET VE DÜŞMANLIKTAN) KURTULMUŞ VE KALPLERİNE ÜLFET (DOSTLUK) VE MUHABBET (SEVGİ) YERLEŞMİŞSE, (HZ. MEHDİ (A.S.) GELİŞİ İLE) YİNE ÖYLE OLACAKTIR. (Ahir Zaman Mehdisi’nin Alametleri, Celalettin Suyuti, s. 20)

Onun (Hz. Mehdi (a.s.)) döneminde iyi insanların iyiliği artar, kötülere karşı bile iyilik yapılır.” (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 17)

Peygamber Efendimiz (sav)’den rivayet edilen hadislerin açıkça gösterdiği gibi, Hz. Mehdi (a.s.) döneminde yeryüzünde tam bir barış hakim olacak, sevgi ve şefkat egemen olacaktır. Bütün Müslümanlar, Museviler ve Hıristiyanlar rahatlık, huzur ve barış içinde yaşayacaklardır. Hz. Mesih (a.s.) döneminde de aynı huzur, bereket ve barış ortamı devam edecek, onun döneminde ona inanmayan tek bir kişi bile kalmayacak, bütün dünya iman edip Müslüman olacaktır. Cenab-ı Allah ayetiyle bunu bildirmiştir:

Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona (Hz. İsa’ya) inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahid olacaktır. (Nisa Suresi, 159)

Hz. Mesih (a.s.) döneminde Kitap Ehli’nin tamamı, yani tüm Museviler ve tüm Hıristiyanlar kendi istekleri ile Müslüman olacaklardır. Bütün dünya Müslümanlığa dönecek, İsrail de Müslüman olacaktır. Bu, zorlayarak değil, sevgi ve şefkatle gerçekleşecektir. Her Hıristiyan, her Musevi, kendi isteği ve kendi kanaati ile severek İslam dinini seçecektir. Kitap Ehli’ne yönelik hiçbir zorlama ve baskı olmayacak, gönülden kalpten İslam’a yöneliş olacaktır.

 

Hz. Mehdi (a.s.), Kitap Ehli’ne İncil’in ve Tevrat’ın aslı ile hükmedecektir

Hz. Mehdi (as) Kuran’ın güzel ahlakını Müslümanlara aktaracak ve Müslümanları güzel ahlaka, Kuran ahlakına davet edecektir. Hıristiyanlara ise İncil’in gerçeğiyle; yani bozulmamış kısmıyla, Musevilere ise Tevrat’ın aslıyla, yani gerçek Tevrat’la hükmedecektir. Dolayısıyla Hz. Mehdi (a.s.), Hıristiyanları ve Musevileri İslam’a dönmeleri için hiçbir şekilde zorlamayacak; onlara Tevrat ve İncil’in Kuran’a uygun kısımlarıyla hükmedecektir. Bu Peygamberimiz (sav)’in bir hadisinde şöyle bildirilmektedir:

“Hz. Mehdi (a.s.)… Yahudiler arasında Tevrat’la, Hıristiyanlar arasında İncil’le hükmedecektir.” (Cabir b. Yezid el-Co’fi, İmam Muhammed Bakır-dan rivayet ediyor.)

Allah’tan bir mucize olarak Hz. Mehdi (a.s.)’ın devrinde İncil’in ve Tevrat’ın orijinalleri de bulunacaktır. Peygamberimiz (sav), Hz. Mehdi (a.s.) döneminde, hak kitapların bozulmamış halllerinin bulunacağını şöyle bildirmektedir:

…Hz. Mehdi (as)’ın Mehdi diye isimlendirilmesinin sebebi şudur ki; gizli bir işe doğru yönlendirilecek, Tevrat ve diğer Semavi kitapları Antakya’da bir mağaradan çıkartacak… (Cabir b. Yezid el-Co’fi, İmam Muhammed Bakır-dan rivayet ediyor.)

Kuşkusuz ki, Hz. Mehdi (as), Mehdi diye adlandırılmıştır. Çünkü O, Şam dağlarından bir dağa doğru hidayet olunur (yönlendirilir) “Tevrat” kitaplarını oradan çıkartır ve onlara dayanarak Yahudilerle münazara (bir konu üzerinde yapılan tartışma) eder ve (sonuçta) bir grup Yahudi O’nun eliyle Müslüman olur. (Harun b. Maruf; Zamra b. Rabia’dan, Abdullah b. Şevzeb’den rivayet ediyor.)

 

Kuran’a Göre Müslümanların Kitap Ehli’ne Davranış Biçimi Her Zaman Sevgi ve Şefkate Dayalıdır

Kuran’da bütün Müslümanlara öğütlenen davranış şekli, Kitap Ehli’ne sevgi, saygı şefkat ve merhamet ile yaklaşmak, onları koruyup kollamak, onların ihtiyaçlarını en güzel şekilde karşılamak şeklindedir.

Kitap Ehli’nin hükmü Kuran’da açıkça belirtilmiştir, bu hüküm Peygamberimiz (sav)’in fiili sünnetiyle de çok açıktır. Kitap Ehli bizim Lailaheillallah kardeşlerimizdir; Ermeniler, Museviler, Ortodokslar, Protestanlar, tüm Hıristiyan alemi, hepsi kardeşimizdir. Hepimiz aynı Allah’a inanıyoruz. Musevilerle de, Hristiyanlık aleminde de, Müslümanlıkta da aynı Allah inancı vardır. Her birimiz Hz. İbrahim (a.s.)’ın torunlarıyız. Üç dinin mensupları da aynı temel inançlara sahiptirler, o yüzden Kitap Ehli’nin varlığı zaten büyük bir nimettir. İslamiyet yalnızca Müslümanların rahatlığı ve huzuru üzerine kurulu değildir. Kuran, Kitap Ehli’nin de var olduğunu belirtmektedir. Kuran’a göre Kitap Ehli da rahat edecek, huzur içinde yaşayacak ve Müslümanlar tarafından korunacaklardır. Kitap Ehli ile kardeşçe yaşamak, onlarla görüşmek, konuşmak, sohbet etmek bir güzelliktir. Kuran’a göre Kitap Ehli ile evlenilebilir, onların yemeklerinden yenilir, onlarla ticari ilişkiler içinde olunabilir, sosyal bağlantılar kurulabilir. Kitap Ehli’ne şefkat ve sevgi, İslam dininin bir gereğidir, Müslümanlar için bir ibadettir. Allah ayetinde şöyle belirtir:

Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. (Kendilerine) Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü’minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı.) Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır. (Maide Suresi, 5)

Kitap Ehli’ne sevgi ve şefkat gösterilmesi ile ilgili Kuran ayetlerini buradan okuyabilirsiniz.

Peygamber Efendimiz (sav)’in Kitap Ehli ile ilgili bazı hadisleri şöyledir:

“Bir zimmiyi (Kitap Ehli’nden sorumluluk altına alınan kişiler) haksız yere öldüren cennetin kokusunu duyamaz. Halbuki onun kokusunu kırk yıllık yoldan duyabilir.” (Buhari, Cizye, 5)

“Her kim zımmiye zulmeder veya taşımaktan aciz olduğu yükü yüklerse, o kimsenin hasmıyım.”

“Kim bir muahime zulmeder veya gücünün üstünde bir iş yükler ya da zorla ondan bir şey alırsa kıyamet günü ben onun hasmıyım.” (Ebu Davud, Harac, 31-33)

“Kim bir zimmiye eziyet ederse ben onun davacısıyım. Ben kime (bu dünyada) davacı olursam, kıyamet gününde de davacı olurum.” (Acluni, Keşfu’l-Hafa’ II, 218)

“Sakının! Kim, böyle insanlara (yani kendileriyle anlaşma yapılmış olanlara) zalim ve sert olursa, onların haklarını kısarsa veya tahammül edebileceğinden fazlasını yüklerse veya hür iradeleri dışında onlardan bir şey alırsa, hüküm günü onlardan ben davacı olacağım.” (Ebu Davut, Cihat; (İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A’la-El Mevdudi, Hilal Yayınları, 1967, s. 71)

Hz. Ömer zamanında fethedilen ülkelerin hiçbirinde, tek bir ibadet yerine bile, hiçbir zaman saygıda kusur edilmemiştir. Ebu Yusuf yazıyor: “Bütün ibadet yerleri olduğu gibi bırakıldı. Ne onlar yerle bir edildi, ne de mağluplar eşya ve mallarından yoksun bırakıldı.” (Ebu Yusuf, Kitab-ül Haraç; İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A’la-El Mevdudi, Hilal Yayınları, 1967, s. 74)

Hz. Ali: “Her kim ki bizim zımmimizdir, onun kanı bizimki kadar kutsaldır, malları bizim mallarımız kadar tecavüzden masundur” dedi. Başka bir kaynakta, Hz. Ali’nin şöyle dediği naklediliyor: “Zımmi durumunu açıkça kabul edenlerin malları ve hayatları bizimki (yani Müslümanlarınki) gibi kutsaldır.” (İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A’la-El Mevdudi, Hilal Yayınları, 1967, s. 76)

Hz. Peygamber (s.a.v.), Hıristiyan olan İbn Harris b. Ka’b ve dindaşlarına yazdırdığı anlaşma metninde: “Şarkta ve Grapta yaşayan tüm Hıristiyanların dinleri, kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah’ın, Peygamber’in ve tüm müminlerin himayesindedir. Nasraniyet dini üzere yaşayanlardan hiç kimse kerhen İslam’a icbar edilmeyecektir. Hıristiyanlardan birisi herhangi bir cinayete veya haksızlığa maruz kalırsa Müslümanlar ona yardım etmek zorundadırlar” maddelerini yazdırdıktan sonra: “Ehl-i Kitap ile ancak en güzel yöntemlerle mücadele edin… (Ankebut, 29/46) ayetini okudu.” (İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, (v.218/834), es-Siretü’n-Nebeviyye, Daru’t-Turasi’l-Arabiyye, Beyrut, 1396/1971, IV/241-242; Hamidullah, el-Vesaik, s.154-155, No.96-97; Doğu Batı kaynaklarında birlikte yaşama, s.95)

 

Kuran’da Baskı ve Zorlama Yoktur, Her Türlü Terör ve Şiddet İslam’a Göre Haramdır

Kuran’a göre İslam’da kesin olarak zorlama ve baskı yoktur. Yüce Rabbimiz ayetlerinde bu hükmü kesin olarak belirtmiştir:

Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulba yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 256)

Onlara ‘zor ve baskı’ kullanacak değilsin. (Gaşiye Suresi, 22)

Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur’an ile öğüt ver. (Kaf Suresi, 45)

İslam’da şiddetin hiçbir şekilde yeri yoktur. Kuran’a göre savaş, yalnızca can, mal, ırz güvenliği tehlikeye düştüğünde ancak bir savunma amacıyla yapılabilir. Böyle bir durumda dahi Müslümanlar asla ileri gitmemekle, esir almaları durumunda esirlere nazik davranmakla, hatta kendileri açken bile esirlere öncelikli yemek vermekle, bir an önce barışı sağlamakla, mazlumları ve sivilleri korumakla yükümlüdürler. Nitekim Peygamberimiz (sav)’in hayatı incelendiğinde, İslam’ın bu konuda gerekli kıldığı tavır açıkça görülmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) ve sahabeler, Mekke’de yaşadıkları 13 yıl boyunca Mekkeli müşriklerin akıl almaz işkencelerine, saldırılarına, iftiralarına maruz kalmışlar, evlerinden zorla çıkarılmışlar, ölümle tehdit edilmişlerdir. Yapılan bunca saldırı ve baskıya rağmen asla şiddete başvurmamışlardır. Mekke’deki baskıların çok artmasının ardından Medine’ye hicret etmişler, Medine döneminde de sadece kendilerini savunmak amacıyla mecburi savaşlara katılmışlardır. Örneğin, Bedir savaşı, Mekkeli müşriklerin ordularını toplayıp Müslümanları şehit etmek amacıyla atakta bulunmaları üzerine çıkmıştır. Hendek savaşı da Müslümanların, kendilerini korumak için şehrin etrafına hendekler kazdıkları, tamamen bir savunma savaşıdır. Kısaca geçmişteki savaşlar, putperestlerin doğrudan azgınca saldırıda bulunmaları sonucunda mecburiyetten kaynaklanan savunma savaşlarıdır. Hiçbiri atak savaşı değildir.

Kuran’ın derinliğini görüp anlayabilen bir insan, Kuran’da asıl olanın hep affetmek olduğunu da rahatlıkla anlayabilir. Kuran’da Allah, savaş durumunda aşırı gitmemeyi, savaş halindeki bir topluluk savaşı durdurduğu takdirde Müslümanların da durması gerektiğini haber verir:

Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez. (Bakara Suresi, 190)

Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (Bakara Suresi, 192)

Yine Kuran’da savaşta esir alınanların, affedilmesi ve salıverilmesi öğütlenmiştir. Allah, cinayet işlenmesi durumunda bile, suçlunun affedilmesinin daha hayırlı olacağını Kuran’da bildirmiştir. Müslümanın Kuran’a göre yükümlülüğü, hep Allah rızası için en hayırlısını seçmektir. Cinayette dahi Allah, affetmeyi hayırlı gördüğüne göre, Müslümanın asıl yerine getirmesi gereken hüküm budur. İslam, şefkat, merhamet, sevgi, barış ve huzur dinidir.

İlan edilmemiş bir savaşı, şahısların saldırılarla başlatmasına terör denir. İslam dininde ise, devlet terörü de, şahsi terör de kesin olarak kabul edilemez. İslam’a göre savaş hukuku bellidir. İki taraf arasında barış anlaşması varsa, barış şartlarına uyulması İslam’a göre şarttır. İki taraf arasında savaşın başlatılabilmesinin ise Kuran’a ve sünnete göre şartları vardır. Bu şartlara uyulması bir Müslüman için zorunluluktur. Ancak bu şartlar gerçekleştiğinde devlet savaşı ilan edebilir. Savaş ilan edildiğinde ise, bu savaşın yukarıda belirttiğimiz Kuran ahlakına uygun ve meşru şekilde yapılması şarttır.

Savaş şartlarına uymaksızın kan dökülüyorsa; barış yapıldıktan sonra, eğer şahıslar veya devletler şahsi kan dökmeye yönelmişlerse, cinayet eylemleri gerçekleştiriyorlarsa, buna terör denir. İslam dini ise terörü lanetlemektedir.

Konuyla ilgili Sayın Adnan Oktar’ın açıklamaları şu şekildedir:

Sunucu: Ayşegül Çayırgan’ın sorduğu soruyu okuyorum ‘Hocam birkaç gün önce kiliseden çıkan 6 tane Kıpti Hristiyan üzerlerine ateş açılmak suretiyle öldürüldüler. Bütün batıdaki gazete ve radyolarda bu olay, Müslüman bir ülkede geçtiği için, olumsuz şekilde işlenmeye başladı. Mısır hükümeti konuyla ilgili bir açıklama yapmıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Adnan Oktar: Şimdi son zamanlarda bir kısım Hıristiyan arkadaşlarımız, kardeşlerimiz Müslümanların tarih içerisinde son zamanlarda da böyle kan dökücü, zalim, olay çıkaran, demokrasiyi, hakkı, hukuku tanımayan insanlar gibi göstermeye pek meraklılar. Geçmişteki savaşlardan örnekler veriyorlar. özellikle Amerikalı protestan kardeşlerimiz böyle konuşuyorlar evanjelikler. Eğer geçmişteki savaşlardan örnekler verecek olursak, mesela Hiroşima’da bir anda onbinlerce insanı katlettiler. Nagasaki’de bir anda onbinlerce insanı katlettiler. Orada Müslüman da vardı, Hıristiyan da vardı, her dinden insan vardı. Peki bu hangi hukukla yapılıyor? Değil mi? Birçok ülkede kan döktüler, Afganistan’da kan döktüler, Irak’ta kan döktüler. Hangi hukukla yapıldı bu? Değil mi? Yani Müslümanlar bunu “İncil’e uyanlar böyledir, Hıristiyanlar böyledir, kan dökücüdür” şeklinde yorumlamadı. Biz dedik ki “Bu mason ruhudur, masonluğun bir gereğidir. Müslüman olmayan, Hıristiyan da olmayan, dinsiz imansız adamlar bunu yapıyor” dedik. Hiçbir şekilde bunu Hıristiyanlığa mal etmedik. Hıristiyanlığı sorumlu tutmadık bu konuda. Dolayısıyla, Hıristiyan arkadaşlarımızın da bir olay olduğunda Müslümanlığı sorumlu tutmaları yanlış olur, bu alışkanlıklarından vaz geçecekler. Kuran’da tamam savaş vardır fakat can, mal, ırz güvenliğine saldırı olduğunda nefsi savunma vardır. Yani adamın evine girmişler silahla tüfekle baskın var, camı çerçeveyi indirmişler, kurşun sıkıyorlar. Adam ne yapabilir böyle bir durumda? Mahkemeye mi versin onları? Yani ne yapması gerekiyor? Kaçsa kaçamaz. Değil mi? Yapılacak şey nedir? Canını kurtarmaktır, nefsi müdafaadır. Nefsi müdafaada yapılacak şeyler vardır. Mesela insanlar önce bir havaya ateş ediyorlar. Tehdit ediyorlar, havaya ateş ediyorlar, olmazsa canının fazla yanmayacağı şekilde veya ölmeyeceği şekilde onu yaralayarak durdurmaya çalışıyorlar. Bu nefsi savunmadır. Bunun başka bir yolu var mı? Ani bir saldırıda başka yolu var mı? Kaçamadığına göre? Peki bunda ayıplanacak, hata olarak görülecek ne var? Müslümanlar o dönemde müthiş baskı görüyorlardı, muazzam zulüm görüyorlardı, hendek içine konup yakılıyorlardı, petrolle. Ee ne yapsın? Ne yapması gerekiyor? Geceyarısı baskın var. Adam kılıçla, mızrakla gelmiş baskına. “Hoşgeldiniz gelin buyrun çay içelim” mi diyecekler? Ne desinler? Tabi ki kendilerini savunuyorlar. Ee savunurken de can kaybı olabilir. Bu anormal birşey değil. Çünkü karşı taraf senin zaten canını almaya gelmiş. Yani tam üsturuplu olarak kendini o anda insanın savunması çok güç olur, toplu saldırıda. “Ben adamı bayıltıyım, etkisiz hale getireyim”. O zamanın şartlarında zaten bayıltıcı bir imkan da yok. Ne yapabilirler? Dolayısıyla bu konuda Müslümanları ayıplamak çok yanlıştır, eleştirmek çok yanlıştır. Onlar kendi kendilerini eleştirsinler. Yapılanlarda en ufak bir hata yoktur Peygamber Efendimiz zamanında. Hiçbiri atak savaşı değildir.

Adnan Oktar: Ve hep affetmeye yöneliktir. Mesela diyor ki Cenab-ı Allah “Aşırı gitmeyin. Dururlarsa siz de durun” diyor Allah (cc) ayette ve “esirleri salın, esirlere güzel davranın” diyor Allah. Ne kadar mükemmel bir izah bu, ne kadar insancıl bir izah. Bir cinayet olduğunda diyor ki Allah, cinayet, bakın, kısas sizin hakkınızdır diyor Allah, yani normalde idamdır cezası cinayetin. Ama affederseniz sizin için daha hayırlıdır diyor. Müslüman affı seçeceğine göre, daha hayırlı olanı seçeceğine göre, o zaman nedir? Burada şefkatin, merhametin, sevginin en yükseğini görmüş olmuyor muyuz? Cinayet gibi böyle muazzam bir zulmu affetmek ne demektir? Allah “affederseniz daha hayırlıdır sizin için” diyor. Dolayısıyla islamiyet, şefkat, merhamet, sevgi dinidir. Ama İncil de böyledir, Tevrat’ta böyledir. Yani muharif halinde bile yine bu güzel yönleri muhafaza etmiştir. Dolayısıyla Müslümanları orada burada provoke edip, öldürüp, asıp kesip, üç beş psikopatın yaptığı bir olayı da Müslümanlara mal etmeye kalkmak! Bundan vaz geçecekler, çok yanlış birşey, bir de bu cinayet işleyenlere bakıyoruz ki, ya İngiltere’de eğitim görmüşler, ya Amerika’da eğitim görmüşler, Darwinist, materyalist eğitimden geçmişler. Böyle tasavvuf terbiyesi almış, aklı başında, veya bir Nur talebesi düşünelim. Hiç dünyanın herhangi bir yerinde bir Nur talebesinin bir cinayete adı karıştığı görülmüş mü?

Oktar Babuna: Görülmemiş inşaAllah.

Adnan Oktar: Değil öyle, bir yaralamaya adı karışmış mı? Milyonlarca Nur talebesi var, asla yapmazlar. Mesela bir Sufinin, bir tarikat mensubunun, farz edelim mesela yurt dışında, Şaziniler var, Nakşibendiler var, yurtdışında, bu insanlarda hiç böyle bir şeye rastlıyor muyuz biz? Veyahut bir fıkıh aliminin, güzel Ehl-i Sünnet terbiyesi almış bir alimin bu tarz birşey yaptığını görmüş müyüz biz? Görmemişiz. Kimlerde görmüşüz? İbn-i Miskeveyhçi, Darwinist, materyalist, evrimi savunan, sosyalizme sempatisi olan, Che hayranı, Ho Shi Minh hayranı, Lenin’in düşüncelerini islam’la bağdaştırmaya çalışan, böyle aşağılık kompleksi içinde olan tipler, dolayısıyla, bunları bir ayrı tutmaları lazım, biz gerçek Müslümanları kastediyoruz. Gerçek Müslüman, her zaman için şefkatli, merhametli, sevgi doludur.

(Sayın Adnan Oktar’ın 10.01.2010 tarihli Kral Karadeniz ve Kanal 9 röportajından)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here