Dünyanın hemen her köşesinde saldırganlığın, şiddetin ve nefretin adeta sıradanlaştığı bir dönemdeyiz. Hemen her gün farklı bir bölgeden kan haberleri geliyor ve şiddetin hedefi de çoğunlukla masum insanlar.
Geçtiğimiz hafta sonu yaşanan Kenya ve Pakistan’daki terör saldırıları da dünyanın gündemine bir kez daha İslam ve şiddet konusunu taşıdı. İslam’ın sevgi ve barış dini olduğunu, inancı, ırkı, dili ve düşüncesi ne olursa olsun herkesin birinci sınıf insan muamelesi görmesi gerektiğini savunan bir din olduğunu tüm dünya biliyor. Peki nasıl oluyor da Müslüman coğrafyasında bu kadar çok şiddet ve acı yaşanıyor?
Bu sorunun cevabını, İslam dünyası hep Batı’ya sorumluluk yükleyerek, Batı da İslam’ı ve Müslümanları anlamayı hiç denemeyerek bulmaya çalıştığı için çözüm oluşturulması mümkün olmuyor. Oysa bu şiddet döngüsü tek taraflı işlemiyor. Tek taraflı işlemediğine göre tek bir tarafın tutumuyla durması da söz konusu değil.
Hiç bir din şiddeti emretmez. Hiç bir din acımasızlığı, bencilliği, sevgisizliği teşvik etmez. Şiddet ve şiddete zemin hazırlayan koşullar, insanları Allah’ın yarattığı eşit kullar olarak gören, tevazuyu, sabrı, şefkati, karşılıksız sevmeyi öven din ahlakının yerine çatışmacı ideolojilerin konulmasıyla gelişir. Nitekim İslam coğrafyasında terörü kendilerince mücadele yöntemi olarak benimseyenleri incelediğimizde büyük çoğunluğunun ya Batı’da eğitim almış ya da kendi ülkelerindeki şiddet eğilimli yapılardan etkilenmiş oldukları görülür.
Yolda çevirdikleri insanlara “namazın şartlarını sorup” cevap alamayınca kurşuna dizen, “Hristiyan mısın?” sorusuna evet cevabı alınca silahına davranan ve acımasızca bu mazlumları öldüren insanların kimliklerinde Müslüman yazması, isimlerinin Müslüman ismi olması bu zalimleri Müslüman yapmıyor.
İslam’ın özü sevgi, şefkat ve dostluktur. Kuran’da yer alan “Benim dinim bana senin dinin sana” hükmüyle ve “dinde zorlama yoktur” emriyle Müslümanlar, fikir ve inanç özgürlüğünü savunmak ve korumakla yükümlü tutulmuştur. Cinayet işleyen birine karşı dahi “affetmeniz sizin için daha hayırlıdır” hükmünün yer aldığı bir dinin kavgadan, çatışmadan, şiddetten yana olduğunu söylemek ise hem ciddi bir bilgisizlik hem de vicdansızlıktır. Her Müslüman tek bir kişinin ölümünün tüm insanlığın ölümü gibi bir insanı kurtarmanın da tüm dünyayı kurtarmak gibi olduğuna iman etmekle yükümlüdür. Üstelik dinine, yaşantısına, düşüncesine göre hiçbir ayrım yapmadan…
Kuran’ın bu açık hükümlerine rağmen terörü ve şiddeti yol olarak benimseyen bazı Müslümanları bu yanlışa iten sebeplerin başında ise Kuran’dan uzaklaşmak geliyor. Kuran’la çelişen ve doğru olmadığı açıkça belli olan hadisleri benimseyen bağnaz düşünce, cehaletle birleşince ortaya nefret ve öfke saçan bir yapı çıkıyor.
Bunun önüne geçmenin tek yolu İslam coğrafyasına yeniden Kuran ruhunun hakim olması. Hristiyanların Mescidi Nebevide kendi ibadetlerini yapmasına izin veren, Yahudi ve Hristiyan misafirleri olduğunda oturmaları için kendi cübbesini altlarına seren, Yahudinin cenazesi geçtiğinde ayağa kalkan bir Peygamberin ümmetinin, bu örneklerden alması gereken çok ders var. Bu dersleri alabilmesi içinse hem Kuran’ı hem de Peygamberimiz (sav)’i daha yakından tanıması gerekiyor İslam aleminin. Hurafelerden arınmış, akılcı, makul, gerçekçi bir bakış açısıyla İslam’ın güzelliğini yeniden keşfetmesi gerekiyor. Bu, eğitimle kolaylıkla sağlanabilir.
Şiddetin son bulmasında Batı’nın da üzerine düşen sorumluluklar var. Dürüst davranıp 20. yüzyılın başından beri izlediği siyasetin sebep olduğu acılarla yüzleşerek ilk adımı atabilir. Bu yüzleşmeyi yaptığında, İslam coğrafyasını kendi menfaatine göre şekillendirmek için halkların haklarını ve isteklerini görmezden gelmenin akılcı bir yol olmadığını da görebilir. Her devlet şüphesiz önce kendi vatandaşlarının ve ülkesinin menfaatini düşünür. Ancak bunu, bir diğerinin her türlü hakkını yok sayarak ve onu amansızca ezerek yaparsa bilmelidir ki, bir süre sonra bu durum kendisi için katmerli bir belaya dönüşecektir. İşte bugün de Batı kendi eliyle inşa ettiği bu belayı yok etmeye çalışmakla meşgul. Ama çaresizlik içinde ve hala doğru yolu bulamamış görünüyor.
Geçtiğimiz yüzyılın yanlışlarıyla inşa edilen bu belayı ortadan kaldırmanın yolu yeni bir medeniyet inşa etmekle mümkün. Silahla, dikta rejimlerini destekleyerek, baskıyla, yıldırmayla medeniyet inşa edilmez. Ama zihinleri değiştirerek edilir. Bunun için hep birlikte Batı’da ve Doğu’da yeni bir eğitim seferberliği başlatalım. Allah’ın bizden istediği barış sever, affedici, itidalli, sevecen, anlayışlı, olgun ruhu yeniden tüm insanlara öğretelim. Sevginin öğretmeni olalım.
Batı’nın ve İslam dünyasının sağduyulu, itidalli, akılcı insanları ittifak ederse az zamanda büyük değişimler yapılabiliriz. Unutmayalım, iyiler sayıca daha çok ama ittifak etmiyorlar, kötüler ise sayıca az olmalarına rağmen işbirliği yaptıkları ve kararlı oldukları için daha etkili oluyorlar.
Makale 28 Eylül tarihinde “The Malaysian Insider” haber sitesinde aşağıdaki linkte yayınlanmıştır:
http://www.themalaysianinsider.com/sideviews/article/terror-has-no-religion-harun-yahya